İslamiyet ve Anadil: Türkçe ve Kürtçe

İslamiyet ve Anadil: Türkçe ve Kürtçe
Kutbeddin NURLUBAŞ

Kur’anı Hâkim Rum Suresi, 22. Ayette “Yerin ve göğün yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı O’nun (Allah’ın) ayetlerinden, delillerindendir. Şüphesiz ki bunda Âlimler, Bilginler için deliller vardır.” deniliyor. Osmanlı Meclisi Mebusu, Evkaf Vekili ve 1926’da Resmi Tefsir ile görevlendirilen Elmalılı Hamdi Yazır (Ö. 1942) da şöyle der: “Dillerin değişmesi deyimi, genellikle lügatlerin çokluğundan, lehçe ve şive gibi özel söyleyiş biçimlerinin farklılığına kadar hepsi için doğru olabilir… Böylece ilim ehli olan âlimler bilirler ki dillerin ve renklerin değişmesinde hikmet vardır. Ve bu hikmetlerden birisi de ‘Biz sizi birbirinizle tanışasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık’ (Hucurat, Ayet-13) buyrulduğu üzere gelişip yayılma içinde tanışmadır. Böyle çeşitli diller ve ırkları içine alan bir toplum meydana getirebilmek de ancak ilimle mümkün olabilir.” (Hak Dini Kur’an Dili C. 6,  S. 248)

Ayette geçen renklerin farklılığı kısmını almadık. Amerika’da olsaydık, Zenci, Siyahi insanların haklarının müdafaası için elbette ki bu bölümü alır ve değerlendirirdik. O halde Türkiye’deki farklı diller ve ırkların olması veya daha özel düşünürsek, Türkçe ve Kürtçenin olmasında doğru olan, bu farklı dilleri olduğu gibi kabul ederek, ilimle bilgi ile ve bilginler, âlimler vasıtasıyla bunların koordinasyonunu ve adaletini sağlayarak birlikte bir sosyal düzen sağlamaya çalışmaktır. Yoksa birinin zararına diğeri lehine uygulama yüz binlerce tefsire ve ontolojik yapıya ters olduğu gibi, kolaycılığa kaçıp, hükümetin anlamına da aykırıdır. Çünkü hükümet, hikmetli ve adaletli idare etme demektir. Kürtler ise, bu coğrafyanın yerli ve yerleşik halkıdır. Dilini de yüzyıllarca eğitim dili olarak medreselerinde yani okullarında kullanmışlardır. Bu halka toplu olarak ve güç kullanılarak suni ve haksız bir müdahale yapılmıştır. Ve bütün Cumhuriyet tarihi boyunca da buna direnmeye çalışmışlardır.

Ayrıca önemli bir temel prensip de anadilin, eğitim ve öğretimde yani bunun sonucu olarak hak ve hakikati bulmada ve anlatmada kullanılmasıdır. Çünkü İnsanlığın gerçek öğretmenleri ve insanın insanlığını koruyan ve onları gerçeğe ulaştıran Peygamberler, kavim ve milletlerin dilleriyle onlara hitap etmişler, ilahi mesajı ulaştırmışlar ve gerçeği anlatmışlardır:

İşte,  İbrahim Suresi 4. Ayet: “Biz, her peygamberi, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Bu itibarla Allah dilediğini dalalette sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola hidayete erdirir. O her şeye galip Aziz, hükmünde hikmet sahibi Hâkimdir.

İnsanlık tarihi boyunca ister özel, ister genel bir kitap sahibi olsun muhakkak her peygamber, Allahın âdeti gereği gönderildiği ümmetin, yani millet ve içlerinde yaşadığı topluluğun dili ile gönderilmiştir (Li yubeyyine lehum) ki onlara apaçık anlatsın. Mazeretleri kalmasın. Anlayamadık demesinler diye, onların alışık olduğu kavramlarla yani ana dilleriyle anlatsın. Hatta peygamberimiz bütün insanlığa gönderildiği halde, ilk muhatap olduğu Arap kavmine, Arapça Kur’an ile hitap ettiği gibi, âlimlerimiz  müfessirlerimiz,  başta kendisinden sonra gelenlerin hepsinin referans aldığı Fahreddin Razi (Ö. 1210), Arapların haricindeki farklı dillere sahip milletlere Hz. Peygamber’in mesajı, tercümanlar vasıtasıyla o kavimlerin diliyle anlatılmalı diye ifade etmektedir. Bunlar da Allah elçisinin elçileri olurlar. Onlara, onların dillerine tercüme edilip öğretilecek denmektedir. (M. Vehbi Efendi (Ö. 1949) Hülasatül Beyan C. 7, S. 2668)

İlk etapta Hz. Peygamberin bulunduğu toplumda Kur’anın Arapça inmesinin hikmetini, İbadet, dini sembol ve işaretlerde, diğer milletlerle birliktelik sağlansın diye izah ederler. Yani mesajı aktarma, anlatma ve açıklamada milletlerin kendi dilleriyle, fakat bu mesajın namaz, ezan vs. dini semboller (Şeairî İslamiye) diyebileceğimiz yerlerde ise manası öğretilip, aslı kullanılacaktır. Anlatılanlar Kur’andan olacaktır, ama hiçbir zaman Kur’anın yerine geçmeyecektir. Onun aslı korunduğu için, her zaman ve her dönem hazinesinden yaralanmaya devam edilecektir. Eğer tercümeler onun yerine geçirilseydi, dalından koparılan meyvenin, soyulduğunda ilk etapta parlaklık verip, bir müddet sonra kararıp çürümeye başlaması gibi, devamlı, canlı ve korunaklı olan bu kaynak kuruyup sönecekti.

Bu ayette her peygamberin içinde bulunduğu toplumun diliyle hakikati apaçık anlatması gerçeği, bizim için ana dilde eğitim yoluyla bilimin, dinin, yani hakikatin anlatılması için bir ölçü olmasıdır. Çünkü okul, mektep veya medrese, yani eğittim-öğretim kurumuna getirilen tarifin birincisi; Mutlak hakikate ulaştırmaya vasıta olmasıdır. Meslek dalları da hakikatten birer bölümdürler. Her şeye rağmen, bundan sonra insanlar, ister sapıklığa, yanlışa ve dalalete veya ister doğru yola, hakka ve hidayete girerler bu durum, bu tarz bildirimden sonra ortaya çıkan netice olacaktır.

Özelde Kürtçe için konuşursak, bu dille, en azında Kürtlere kendi coğrafyalarında eğitim-öğretim yapılır. Hakikate erişme imkânına kendi dilleriyle kavuşturulur. Ondan sonra insanlar yanlış yapar veya doğru şekilde hareket eder o zaman değerlendirilir. Yani Kürtçe eğitim-öğretim yapma hakkı kullanıldıktan sonra sistem, tedirgin olduğu bölünme düşüncesine karşı, bilgi ve danışma ile gelişen şartlara göre bir yapılanmaya giderek aynı çatı altında kalma tedbirleri alır. Bu arada Türkçe resmi dil oluşuna devam eder. İlk etapta Kürtçe ile eğitim-öğretim, derslerin üçte biri bile olması yeterlidir. Geri kalan oran ile Türkçe, Arapça ve Osmanlıca en güzel şekilde öğretilir. Ta ki tarihimizi, medeniyetimizi ve dinimizi okuyup anlama imkânına sahip olunur. Bunun yanında İngilizce, Almanca, Çince ve Japonca gibi dillerin öğrenimi okullara bölüştürülür. Eğer, Kürtçenin eğitim dili olması gibi yaradılıştan olan hakkı, Kürtlerin talebine, gayretine ve mücadelesine gerek kalmadan verilmesi, dini, insani ve vicdani bir gereklilik olduğu halde, Kürt milliyetçiliği suçlaması ile değerlendirilse, o zaman şunu deriz: Dünyadaki bütün dillerle yapılan eğitim-öğretim, o milletler için bir milliyetçilik olduğu gibi, ülkemizde 7 yaşından itibaren, İlkokul birinci sınıftan Üniversite son sınıfa kadar, Türkçe ile yapılan bütün eğitim-öğretim, bir Türk milliyetçiliği faaliyeti olarak kabul edilmesi lazım. Hatta 20 milyon civarındaki Kürdü iradeleri haricinde bu dille eğitim-öğretim yaptırmak, gerçekten bir Türk milliyetçiliği faaliyeti olarak karşımıza çıkar. Hem sahi rejimin ismi Cumhuriyet, cumhurun yani halkın önemli kısmının hukuku,  göz ardı edilebilir mi? 1910’da yazılan Münazarat’ta Said Nursi, kuvvete dayanan ortaçağ hükümetleri yıkılmaya mahkûm olup, şu asırda hükümetler bilgiye dayandıklarından, Hızır gibi bir ömre sahip olacaklar, demektedir. İnşallah bizim ki de kuvvet yerine bilgiye dayanan yapıya kavuşur da, bu sorunlar bilginlere havale edilerek çözülmesi sağlanır.

Söz konusu ettiğimiz bu ayeti, Risale-i Nuru’n Müellifi Said Nursi (Ö. 1960) de Birinci Şua’da işaret manasıyla tefsirini özetle şöyle yapar: “…Hatta dördüncü ayette, (Yazımızda konu ettiğimiz İbrahim Suresi, 4. ayetti) Risale-i Nur’un Türkçe olmasını tahsin eder (uygun görür) ve beşincide (İbrahim, 5. Ayeti) Arabî ve Türkçeyi tam bilmeyen ve mürşitleri ve alimleri perişan olan Vilayat-ı Şarkiyede (Doğu İllerinde) Risale-i Nur imdatlarına ve her taifeden (milletten) ziyade başlarına gelen hâdiseler (olaylar) ve âyette  ‘Allah’ın azap günleri’ (İbrahim, Ayet-5) tâbir edilen elîm vakıaları (üzüntülü olayları) hatırlarına getirmekle ikaz ve irşad etmelerine (doğru yolu göstermeye) bir mânâ-yı işârî ve remzî (işaret ve ima manası) ile emrediyor. Bu âhir ki ehemmiyetli işareti beyan etmeme şimdilik izin olmadığından… 

DÖRDÜNCÜ ÂYETTE: Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz ancak kendi kavminin lisanıyla (diliyle) gönderdik.” (İbrahim suresi, Ayet-4) vazife-i ırsiyeti (varislik vazifesini) yapan Risale-i Nur’u efradı (fertleri) içine hususî bir iltifatla dahil edip lisan-ı Kur’ân (Kur’an Dili) olan Arabî (Arapça) olmayarak Türkçe olmasını takdir ediyor…

BEŞİNCİ ÂYETTE: Kavmini karanlıklardan nûra çıkar ve Allah’ın geçmişteki azap günlerini onlara hatırlat.” (İbrahim, Ayet-5)… Risale-i Nur’un şimdilik beyanına iznim olmayan ehemmiyetli vazifesinin… Daha yazılacak çok gaybî (geleceğe ait) işaretler var… (www.erisale.com, Sikke-i Tasdik-i Gaybi,  Birinci Şua, s. 138)

Bu ayetin işaret manasının, Allahın Kur’ana yerleştirdiği derya dolu sırlarıyla,  “Peygamberlerin varisi olan âlimlerden” biri olan Risale-i Nurun, Batı Anadolu’da Türklerin içinde Kur’anın mesajını aktardığından, Türkçe olmasının uygun görüldüğünü söyler. Çünkü Kur’anın mesajı, Kur’anın varislerince içinde bulundukları milletin diliyle aktarılması uygundur. İşte bu vazifede Kürtlere yönelik olarak, Kürtçe yoluyla hizmeti için de ima ve işaretler verilmektedir. Arapça ve Türkçeyi tam bilmeyen ve âlimleri ve mürşitleri perişan olan Doğu illerinde bulunan Kürtlere, elemli dönemlerden sonra Risale-i Nur’un imdatlarına yetişeceğini ve kendi dilleri olan Kürtçe ile önemli görevler üsleneceği işaretlerini verir.

Çünkü 1)Doğu illerinde Arapça ve Türkçe tam bilmeyen halkın, Kürtler olduğu ortadadır. 2)Âlim ve mürşitlerinin perişanlıktan kurtulmaları, birikimlerinin Kürtçe vasıtasıyla önemli bir fonksiyona ve göreve dönüşmesi ile gerçekleşir. 3)Onların imdadına gelmesi, her halde iyi anlamadıkları Türkçe ve Arapça ile değil, kendi dilleri olan Kürtçe ile olacağını ima ediyor. 4)Her milletten fazla başlarına gelen olaylar sebebiyle, Kürt kavminin çektiği acı ve sıkıntılardan sonra karanlıktan nura, huzura çıkartılmasında, Risale-i Nuru’n önemli bir görev üstleneceği vurgulanmaktadır. 5) Daha çok sırlar olduğu, fakat açıklamak için zamanı olmadığı ve buna bağlı olarak izni de olmadığını ifade etmekle daha da dikkatimizi bu gizeme çekmektedir.

Peki, bu iyi niyetle ve adaletle yapılmazsa ne olur. Yukarıdaki ayetin sonunda geçtiği gibi Allah Azizdir. Yani her şeye galiptir. Allah toplumu değiştirir dönüştürür, sizin rağmınıza olarak dilediğini gerçekleştirmeye kadirdir. Allahın Hâkim oluşu ise, doğru yola hikmetle çağrılır. Ben yaptım oldu bitti ile değil. Sizi sınayarak, karşı tarafla imtihan ettirerek hâkimiyetini, hikmet dairesinde gerçekleştirir.

Evet, Kürtçenin eğitim dili oluşu ve hukukî temele oturtulması, en başta Allahın indinde, adalet ve tarih nazarında, Türkiye devleti yöneticilerinin imtihanıdır. Yakın zamana kadar da bu imtihan, başarıyla verilmedi. İnşallah bundan sonra bu dil yakıcı imtihan kolay ve rahat bir şekilde verilir. Her iki taraftan imtihanı kazananlar veya kaybedenler bulunabilir. Bir taraf hak dava ederken yanlış yöntemlerle haksızlıklara sebep olabilir. Diğer tarafta, bu yaradılıştan hakkı, kendi milletinin geçici, kuru gururu için engellemekle veya geçmişte olduğu gibi, baskı kurup zulüm yapmakla imtihanı kaybedebilir. Veya her iki taraftan da hakperestçe düşünenler, didinenler ve çırpınanlar bu imtihanı kazanabilir. “O Hanginizin daha iyi amel (uygulama, pratik) işleyeceğini imtihan etmek için hayatı ve ölümü yarattı. O her şeye galip Aziz, çok bağışlayıcı Ğafur’dur. (Mülk, Ayet-2)

Bu haber toplam 9582 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum