13 Ağustos 2011 günü, öğle vakti, TRT de ve bazı internet sitelerinde “Karayılan yakalandı” şeklinde bir haber verildi. Haber, “Flaş… Flaş… Flaş… Karayılan yakalandı” şeklinde veriliyordu. Haber, bir saat kadar, bazı internet sitelerinde bu şekilde yer aldı.
Daha sonra haber, “Flaş… Flaş… Flaş…” denildikten sonra, “TRT’nin iddiası, Karayılan Yakalandı” ifadeleriyle verilmeye başlandı.
Murat Karayılan’ın İran ordusu tarafından yakalandığı, İran ordusunun elinde olduğu vurgulanıyordu.
Kısa bir süre sonra PKK’nin açıklaması geldi. Açıklama bu haberi yalanlıyordu. Bu yalanlamaya rağmen, internet sitelerine “Karayılan yakalandı” haberi gün boyu sürdü. İlk gün, Türk basını, yalanlama açıklamasına yer vermeden, “Karayılan yakalandı” haberini aynen sürdürdü.
İkinci gün, İranlı kaynaklara da atıf yapılarak, haberin yalan olduğu açık bir şekilde ortaya çıktı.
Bu yazıda, bu haber üzerine, bazı gözlemlerimi, izlenimlerimi dile getirmeye çalışacağım.
Bu haber, Türk basınında, giderek Türklerde büyük bir sevinç yarattı, coşku yarattı. Bu haber Türklerin büyük bir bölümünü sevindirdi. Türk basını, ekranda, İran askerleri arasında, kelepçelenmiş bir Karayılan görmek için sabırsızlanıyordu.
İnternet sitelerinde, uzmanlar, haberin doğruluğunu kabul ederek, hemen yorumlara başlamışlardı. Bir kısmı, “bu işi bizim ordu yapmalıydı, İran’a bırakmamalıydı” diye, devlete, hükümete sitem ediyordu. Bir kısmı, Suriye-İran ilişkilerini analiz ederek, Türkiye’ye yol gösteriyordu. Bir kısmı PKK içindeki şahin kanattan, bu kanadın İran istihbaratıyla ilişkilerinden söz ediyordu.
Şöyle düşünelim. PKK haberi kısa zamanda yalanlamasıydı, Murat Karayılan ortada görünmeseydi, örneğin, bir hafta kadar sonra, ROJ TV de görünseydi... Olay üzerine, Türk basınında, acaba, ne gibi yorumlar gelişirdi?
Bu haber üzerine, Kürdlerde ise, genel olarak, bir acı, üzüntü, hüzün gözlendi. Murat Karayşılan’ı sevsin veya sevmesin, PKK li olsun veya olmasın, Kürdlerde böyle bir acı, hüzün gözlendi. Kürdler haberin yalan olması için dua ediyorlardı. Birbirlerini arayarak son durumu soruyorlardı.
Haberin yalan çıkması üzerine, insanların psişik yapılarında hemen değişme oldu. Türk basını, Türklerin önemli bir kısmı üzüldüler. Kürdlerdeyse sessiz bir sevinç yaşandı.
Bu haber, bu olgusal ilişkiler, Türkiye’de, sevinçleri, kıvançları, kederleri acıları çok çok farklı olan, birbirlerine zıt olan iki ulus yaşadığını açıkça ortaya koydu. Herhangi bir olay, gruplarda, farklı duyguların oluşmasına neden oluyorsa, bir taraf üzülürken öbür taraf seviniyorsa, bu grupların özlem ve beklentilerin anlamak elbette önemlidir.
Her gün bu durumu, bu ilişkileri ortaya koyan, onlarca olay yaşanıyor. Onlarca olay bu ilişkileri doğruluyor. Ama burada, aynı gün, bir tarafın sevinirken, öbür tarafın acı duyması, kısa zaman içinde bunun ters-yüz edilerek yaşanması dikkate değer bir durumdur.
Türk basını, Türkler, Somali’ye, Filistin’e, Bosna’ya, dünyada, Müslümanların yaşadığı herhangi bir yöreye, halka, insani duygular geliştirebilir. Bu halkların acılarını maddi ve manevi olarak paylaşabilirler. Ama bu Kürdler için söz konusu olmaz. Bu konuda Türk halkının duygularını, düşüncelerini belirleyen devletin tutumudur. 30 yılı aşkın bir zamandır, devletin, hükümetin, Kürdler için tek olumlu, içten bir sözü, bir ifadesi olmuş mudur? 30 yıla yakın bir zamandır, Türk halkı, “ezeceğiz, yok edeceğiz, burunlarından getireceğiz, pişman edeceğiz…” dışında bir söz duymuş mudur?
Resmi ideolojinin, “kederde, tasada, sevinçte, kıvançta biriz, ortağız, bin yıldır bir arada, eşitlik içinde, kardeşçe yaşıyoruz, Müslümanız, din kardeşiyiz..” şeklinde bir anlayışı var. Kürd sorunu gündeme geldiği zaman, devlet ve hükümet yöneticileri hep böyle konuşmalar yaparlar. Bu, devletin, resmi ideolojinin sık sık dile getirdiği bir söylemdir. Bunun, fiili durumu gizleyen, çarpıtan bir yönü olduğu açıktır. Kürdlerin aklını çelmek, resmi ideoloji karşıtı duyguların keskinleşmesini önlemek gibi bir hedefi de vardır. Ama, bazen da, “Karayılan yakalandı” gibi haberler gündeme gelir, bu haber karşısında, Kürd ve Türk tarafları farklı davranışlar, farklı ruhsal durumlar sergilerler, böylece bu anlayış da çürür.
İfade Özgürlüğü, Sansür-Otosansür
Sansürün, otosansürün ifade özgürlüğüyle çok yakın ilişkisi vardır. Sansür, herhangi bir kitabın, yazının veya haberin, karikatürün, yayından önce denetimi anlamına gelmektedir. İlgili resmi kurum, kitapta, yazıda, haberde veya karikatürde vs. sakınca görürse, yayımlanmasına izin vermez, Yasak koyar.
Bu tutum okuyucuya şüphesiz çok kaybettirir. Okuyucu, ülkede veya, dünyanın herhangi bir yerinde, cereyan eden olay hakkında bilgi sahibi olamaz. Kitap veya yazı hakkında bilgi sahibi olamaz. Sansür şüphesiz, yazara, yayıncıya, gazeteciye de kaybettir. Yazar veya gazeteci, kitap, yazı, haber hakkında okuyucunun nasıl bir tepki verdiğini, vereceğini öğrenemez. Habere konu olanların kayıpları ise, çok daha fazladır. Örneğin devletin baskıcı operasyonları karşısında kalan halk, kamuoyunun ilgisini sağlayamaz. Bu da baskının sürüp gitmesini sağlar…
Otosansür farklı bir kurumdur. Devlet, ceza yasalarıyla, bazı konuların, görüşlerin açıklanmasına yasak getirir. Bu yasakları ihlal edenlere, idari ve cezai yaptırımlar uygular.
Önceden denetim yoktur. Kitap, yazı, haber, karikatür vs. yayımlanır ama, bu yayından sonra, sözü edilen idari ve cezai yaptırımlar gündeme gelir. İşte, yazarlar, yayıncılar, gazeteciler, devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla karşılaşmamak için, ilgili konuya veya görüşe dokunmazlar, bunları gündeme getirmezler. Devletin yaptığı sansürü kendi kendilerine yaparlar. Veya, resmi ideolojiyi iyice içselleştirmişlerdir, devletin istemediği konulara değinmezler. Değinmek durumunda kaldıkları zaman ise, devletin kavramlarıyla, devletin istediği biçimde değinirler.
Bu tutumdan okuyucu elbette kaybeder. Ama, esas kaybı yazar, yayıncı, gazeteci yaşar. Yazar, gazeteci, çift kişilikli bir kişi haline gelmeye başlar. Olayları sağlıklı bir şekilde kavrayamaz, analiz edemez.
Türk siyasal hayatında, Türk basınında, sansür, otosansür gibi kurumlar en çok Kürd sorunu nedeniyle gündeme gelir, yaşanır. “Kederde, tasada, kıvançta, sevinçte biriz. Bin yıldır, kardeşçe, eşitlik içinde yaşıyoruz, Müslümanız, et-tırnak gibiyiz…” anlayışı, ancak, sansürle, otsansürle elde edilen bir bilgidir. Somut olayların, fiili olarak yaşanan durumların analiziyle elde edilen bir bilgi değildir. Ama, sık sık yaşanan, “Karayılan yakalandı” gibi haberler, bu haberler üzerine oluşan farklı duygular, düşünceler, bu anlayışı çürütür, hükümsüz bırakır.