Başbakan Recep Tayip Erdoğan, “Kürt açılımı”nı anlatabilmek için çeşitli çevrelerle kahvaltılı toplantılar yapıyor. En son toplantı 17 Nisan 2010’da, İstanbul’da, yazarlarla yapıldı. Daha önceki 2 Mart 2010’da, sinema ve tiyatro sanatçılarıyla yapılmıştı. Bu toplantılara ilişkin bazı duygu ve düşüncelerimi dile getirmek istiyorum.
Başbakan yazarları seçerek onlara davet gönderdi. Sonra toplantıya kakılanlarla İstanbul’da, Dolmabahçe Sarayı’ndaki Başbakanlık Konutu’nda bir araya geldi. Sonra, yazarlara hitaben bir konuşma yaptı. O konuşmada, bir kısmı bugün artık yaşamayan başka yazarların da isimlerin andı. Daha sonra, beş saati aşkın süren bir kahvaltıda, yazarları dinledi. Yazarların konuşmalarından notlar aldı.
Başbakan’ın yazarlarla konuşması, konuşması sırasında başka yazarların isimlerin anması, yazarları dinlemesi, Türk siyasal hayatında iyi bir gelişme. Ama Başbakan’ın davet edilecek yazarları seçmesi sağlıklı bir yöntem değil. Bu konuda yazar örgütlerinin belirleyici olması daha olumlu olabilir.
Şu konu kanımca daha önemlidir. Başbakan, örneğin, Yaşar Kemal’le, Çetin Altan’la, Vedat Türkali’yle, Orhan Pamuk’la, Oya Baydar’la… görüşmek istiyorsa, bu görüşme yazarların evlerinde yapılmalıdır. Başbakan bu yazarları evlerinde ziyaret etmelidir. Bu yazarları, görüşmek için Başbakanlık Konutu’na davet etmek, etik bakımdan hoş değil.
Yıllar önce siyasetnamelerden, şehnamelerden birinde okumuştum. Yazar, hükümdarın yazarlarla, yazarların hükümdarla ilişkisi konusunda şunları söylüyordu: Devlet adamlarının iyisi, yazarları, sanatçıları, bilim adamlarını ziyaret edendir. Sanatçıların, yazarların bilim adamlarının iyisi, iktidar sahiplerini ziyaretten, davetlerden uzak durandır.
Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın yazarlarla karşılaşmasında, yazar örgütlerinin rol sahibi olması daha doğrudur. Yazar örgütü, kendi üyelerine bilgi verir, çağrı yapar. “Falanca gün, Başbakan, örgütümüzü ziyaret edecek, yazarlarla tanışacak, konuşacak…” şeklinde. Bu haber ve çağrı üzerine isteyen yazar, bu toplantıya katılır, Başbakan’la tanışır, konuşur. Ama başbakan, ille de belirli bir yazarla, sanatçıyla, bilim adamıyla konuşmak, görüşmek istiyorsa, o zaman, ziyaretin, bu kişilerin evlerinde yapılması, Başbakan’ın bu kişileri evlerinde ziyaret etmesi etik bakımdan daha doğrudur.
Başbakan çeşitli çevrelerle Kürt açılımını konuşmaktadır. Bu süreçte Başbakan’ın uzak durduğu Kürt çevreleridir. Başbakan, Kürt yazarlarıyla, Kürt basın mensuplarıyla, Kürt bilim adamlarıyla, Kürt hukukçularıyla, Kürt sivil toplum kurumlarıyla, Göç-Der’le görüşebilmelidir. Kürtlerin duygularının, düşüncelerinin öğrenilmesi elbette önemlidir. Başbakan, çeşitli kesimlerle yaptığı görüşmelerde, Kürtlerden de iki-üç kişi davet etmektedir. Bu yeterli değildir. Bu, “Kürtlerle de görüşüyor…” olarak kabul edilemez. Kürt sorunu, elbette başta Kürtlerin sorunudur. Mağdur olan Kürtlerdir. Kürt sorunu, Kürtlerin, Kürt toplumu olmaktan doğan haklarının gasp edilmesiyle ilgili bir sorundur.
Türkiye’de, demokrasinin, insan haklarının gelişmesini önleyen en önemli güç, gizli devlettir, derin devlettir. Sorunun çözülmesini istemeyen, çatışmaları, savaşı körükleyen yine derin devlettir. Derin devletin oluşumunda, ordunun, yüksek yargının, yüksek bürokrasinin, üniversitenin büyük rolü vardır. Gizli devletin, derin devletin varlığını sürdürebilmesi yine Kürt sorunundan dolayıdır. Kürt sorununun çözümsüz kalmasıdır. Çeşitli Kürt çevrelerinin bu konularla ilgili düşüncelerinin, duygularının öğrenilmesi Kürt açılımının önemli bir boyutu olmalıdır. Kürtsüz Kürt açılımı yapmak doğru değildir, mümkün de değildir.
PKK’yı tasfiye edeceğiz anlayışı yanlıştır. Bu mümkün de değildir. Hükümet Barış ve Demokrasi Partisi’yle, giderek PKK ile görüşebilmelidir. BDP ile görüşme, hal-hatır soran bir görüşme değil, sorunu müzakere eden bir görüşme olmalıdır. Türk siyasal hayatında, hükümetin öncelik alabilmesi, gizli devletin geriletilebilmesi, çatışmanın, savaşın bitmesiyle olur. Çatışmanın, savaşın bitmesi ise, ancak, Kürtlerle görüşülerek, Kürtlerin makul istekleri kabul edilerek gerçekleşir.
01.05.2010