zazaki.net
12 Kanûne 2024 Panşeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
19 Tebaxe 2013 Dişeme 20:52

Maden’i Yada Ema Uzala’yı Kurtarmak…

MADEN’i, Ema Uzala’yı, güzel-şirin bahçemizi kurtarmak Gezi’yi, ya da Er-Ryan’ı kurtarmaktan daha mı zor acaba?

Merhabalar,

Sizlere 70’li yıllarda, biri fabrikasında çalışan mensupların ailelerine ücretsiz olmak üzere, Yılmaz Güney’in Sürü, Endişe ve Arkadaş gibi filmlerini de izleyebildiğimiz dört-beş sineması olan, o yıllarda memurların oturduğu ve biz işçi çocuklarının gıpta ile baktığı güzel kiremit çatılı lojmanlı mahallelerinde/semtlerinde yararlanabildikleri tenis kortu bile olan şehir. Çatısız işçi evlerinin toprak damlarında top koşturduğum(uz), sevdiğimizin peşine takıldığım(ız) dağı duman, yokuş yolları dolan dolan olan şehir. Dersim’den gelen Kızılbaşları, kalan Ermenileri (bu konuda, Hırant Dink’in avukatlığını da yapan hemşerim Fethiye Çetin’in “Anneannem” kitabını okumadıysanız, bulup okumalısınız…), İstanbul, Ankara, Eskişehir gibi illerden bizim oraya çalışmaya gelenlerle birlikte çok kültürlü, çok renkli diyebileceğimiz görünümüyle birbirimize “orta(k)x” diye hitap ettiğimiz “ve bir orman gibi kardeşçesine yaşadığımız”, sürekli tüten ve vardiya aralarında öten-bizim “boru” dediğimiz filtresiz bacasından yağan ölümü soluduğumuz için onlarcamız ölen, kimilerimizde ise Hiroşimavari/Halepçevari etkisi hala süren şehir. Daha o zamanlar, Çillerlerin (sırtını dayadığı “tak-şak”çı general-ler ve 20 dakikalık baş başa görüşmeden sonra Clinton’dan da aldığı moral destekle, bizzat bulaştığı söylenen ve “özelleştirme” adı altında henüz soyup soğana çevir(e)medikleri şehir. Fabrikasında/işletmesinde, yaklaşık üç bin (3.000) -şimdilerde ise 150-200- kişinin çalıştığı ve yirmi bin (20.000) -şimdilerde ise dört, beş bin- kişinin yaşadığı/yaşamaya çalıştığı, kediye Zazakî Kürtçesiyle “pisîng”, Nasreddin Hoca’ya da “Mila Nesredîn, qeşmerê Hûmay” dediğim için ilkokul öğretmenimden yediğim ve hala unutamadığım zılgıtı ile hem çocukluğumun (Bakır) MADEN’in gelmiş olduğu içler acısı durumu hem de kırk yılı aşkın her karış toprağında emeğimizin, alın terimizin, hasretimizin ve içinde  “ne sen, ne de polisin farkında olduğu” dut, incir, ceviz ağacının; kayısının, narın, asmanın, bostanın ve daha onlarca ağacın olduğu, adeta cehenneme çevrilmiş, viran olmuş Maden’de bugüne kadar kalabilmiş ve zamanın kirli, dumanlı havasını soluduğumuz ve ilk yıllarında sabahın çırılçıplak şafağında Pîran’ın (Dicle) dağ yollarından saatlerce yürüyerek Maden’e çalışmaya gelip akşama tekrar köye dönen, zamanla  fabrikadaki çalışma koşullarından da kaynaklı hastalanıp yaşama veda eden, çevrede Piranlı Ali olarak bilinen rahmetli babamın yoğun emeğinden, yoksunluktan sonra bile hala da ve adeta çöl içinde  küçük bir vahayı andıran, sağında yeni yapılanla birlikte iki adet karayolu, solunda Kurtalan Ekspresi’nin geçtiği demiryolu köprüsü, yakın zamana kadar üstümüzden gelip-geçen Xulaman’dan Maden’e krom taşıyan ve bizim “hewa xetî” (hava hattı) dediğimiz ve  muhtemelen 70-80 yıllık geçmişi olan teleferiği, önündense geçen kadim Dicle Nehri’yle bütünleşen, oldukça da büyük ve nerede ise Maden’de kalan tek gerçek “Bahçeliev” olan evimize ve (biz dağılmış kardeşlerin de arada gidip nefes aldığımız, hasret gidermeye çalıştığımız) şirin bahçemize karayollarının, -bizce hiç de gerekmediği, ya da zorunlu olmadığı halde, yol genişletme adına, ayrıca da çok komik diyebileceğimiz bir bedelle göz koyuşunu ve  Dersu Uzala’ya nazire yapmaya çalıştığım (Akira Kurosava’ya saygıyla), tahminen seksen (80) küsur yaşındaki annem Ema Uzala’nın (Zazakî olarak Emine’ye kısaca, Emo, Emı, Ema [da] denir..) ve kalan diğer aile bireylerimizin oradan ayrılmak istemeyişlerini, başka yerde, hele hele de şehrin bir apartman dairesinde daha fazla yaşayamayacaklarını; bakımsız, adeta terk edilmiş bir köye döndürülmüş, bir dönem çevresindeki illere (Diyarbakır’a, Elazığ’a) bile kafa tutabilen ilçemiz Maden’in, şimdiki içler acısı durumunu anlatmayı beceremediğimi/beceremeyeceğimi bilerek; yıllarca CHP’nin, şimdilerde ise AKP’nin yönetiminde olan belediyenin web sayfasından Maden’in  kısa bir tarihçesini alıntılayıp son sözlerimi bağlamaya çalışacağım:  

“Maden ilçesinin bilinen tarihi; kaynaklara göre MÖ 2000 yıllarına kadar uzanır. Bölgeye MÖ 1450 yıllarında Mitanni Krallığı, MÖ 30-MS 180 yıllarında Roma İmparatorluğu, MS 1077’de Selçuklular hakim olmuşlardır. Maden ilçesinde bakır yatakları Milattan 2000 yıl önce Asurîler tarafından bulunmuştur. Ancak İngiliz Bilim Adamları "Tarring L. H. ve H. C. Cordero", "In A. Metal Merchant’s Of fice" adlı eserlerinde insanoğlunun bakırı ilk kez MÖ 7000-8000 yılları arasında Fırat-Dicle vadileri arasında bulduğunu yazıyorlar. Fırat ve Dicle arasında Bakır, Maden İlçesinden başka hiçbir yerde bulunmamış ve de işlenmemiştir.

1515 yılında doğuya sefer düzenleyen Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim tarafından Maden, İmparatorluk topraklarına katılmıştır. Mevcut kaynaklara ve bulunabilen kayıtlara göre Maden İlçesi; Milattan önce 2000 yılında Hurilerin, 1450 yılında Mitanni Krallığının, MÖ 30-MS 180 yıllarında Roma İmparatorluğunun, İslamiyet'in yayılması sırasında Abbasilerin, 1077-1308 yılları arasında Anadolu Selçuklularının, 13. yüzyılın ilk yarısında Saltukların, 1335 yılından itibaren Karakoyunluların, 1481 yılından itibaren ise Akkoyunluların sınırları içerisinde bulunmuştur.

Şah İsmail Safevi Devletini kurup genişletmeye başladığında devlet sınırlarını batıya doğru ilerletirken Harput’u, bu arada Maden İlçesini de Akkoyunluların elinden alarak kendi ülkesine katmıştır. Çaldıran Zaferinden sonra Yavuz Sultan Selim’in ordularının Doğu Anadolu’yu fethettikleri sıralarda Maden, Şii Ümerasının elindeydi. 1515 yılında bu bölgeye gelen Yavuz Sultan Selim’in orduları bu sırada Maden’i de Osmanlı Devleti topraklarına katmıştır. 1834 yılında Şark Vilayetlerinde ıslahat yapmak ve yıkılan devlet otoritesini yeniden kurmak üzere görevlendirilen Reşit Mehmet Paşa, Sivas-Harput-Diyarbakır ve Maden Eyaletlerinin Vali ve Kumandanı görevlerini de yürütmekte idi. 1889 yılına kadar Diyarbakır’a bağlı Kaymakamlık halinde yönetimini sürdüren Maden, 1889-1924 yılları arasında Mutasarrıflık, 1924-1927 yılları arasında Valilik ile yönetilmiş, 1927’den sonra Elazığ İline bağlı Kaymakamlık haline getirilmiştir.

Maden, halen Elazığ İline bağlı bir ilçedir. İlçe merkezi başlangıçta Arpameydanı adı verilen mevkide kurulmuştur. Ancak, daha sonra Arpameydanı Mahallesi maden sahası içerisinde bulunduğundan kamulaştırılmış, burada oturan vatandaşlar Diyarbakır-Elazığ Karayolunun tam üzerinde bulunan Kortik mevkiine yerleşmişler ve burada Bahçelievler Mahallesi kurulmuştur.” 

Sonuç olarak: Yurdun dört bir yanına dağılmış, şartları da pek uygun ol(a)mayan biz kardeşler olarak, bu işlerin hukuki ve diğer boyutlarını iyi bilmemekle birlikle, karayolları ile başlayan hukuki bir sürecimiz var gerçi, ama bu tür işleri iyi bilenlerden ricamız: Başka ne yapmalıyız? Neler yapılmalı? Önerileriniz nelerdir?

MADEN’i, Ema Uzala’yı, güzel-şirin bahçemizi kurtarmak Gezi’yi, ya da Er-Ryan’ı kurtarmaktan daha mı zor acaba?

Not: Bu mesajın yaygınlaştırılması ve katkı sunulması dileğiyle…

Not II: Konuyla ilgili, şimdilik- amatörce çekilip gönderilebilmiş birkaç fotoğraf ve bir link ektedir. 

17 Ağustos 2013

Cemal Altınsoy - 0505 370 80 94

http://www.youtube.com/watch?v=MZf3AWzNds0

Na xebere 4473 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.