zazaki.net
27 Temmuze 2024 Şeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
09 Sibate 2017 Panşeme 00:25

Kürtlerde ve Türklerde sahte bilinç

Behrooz Shojai

Çok kültürlü çok dinli Osmanlı devleti, Kürt emirlikleriyle ittifak halindeydi. Diğer bir deyişle, Kürt emirlikleri İstanbul’un idari ve siyasi hükümdarlığı altında değildi ancak dönemin koşullarına göre zaman zaman onların müttefiki olurken, onlara karşı bir tutum içinde de olabiliyorlardı. 17. yüzyıl Fransız seyyahı Tavernier’in de belirttiği gibi, "Kürdistan emirlikleri ne Osmanlı ne de Acem Şahı’nı dikkate alıyorlardı.” (Tavernier, 1681:274)

18. yüzyılda Britanyalı tarihçi Salmon, "Kürdistan Vilayeti’nin şimdiki durumuna dair tartışma"da Kürdistan’ın bağımsız karakterine ilişkin şöyle diyor: "Rivayet edildiğine göre, buradaki bey ya da emirler hala bağımsızlıklarını koruyorlar ve ne Türklere ne de Acemlere tabi değiller; ülkeleri dağlık ve geçilmezdir.” (Salmon, 1744:448)

19. yüzyılın başlangıcıyla beraber bir gelişme baş gösterir; Osmanlı devleti merkezileşmeye doğru gitmektedir ve Tanzimat’la beraber Kürt emirlikleri birer birer ortadan kaldırılır. Bununla Osmanlı devleti ademi merkeziyetçilik ve çok kültürlülüğünü tedricen yitirir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla, Türkiye’de ulus-devletin merkezi özelliği Cumhuriyet’in başat özelliği olmakla kalmaz, tek etnikli yapı da Cumhuriyet’in tanımını oluşturur. Türkiye, Batılı ülkelerin taklit edilmesine dayalı sözümona modernleşme dönemine girer. 15. yüzyıldan 19. yüzyıla uzanan süreç içinde, ortaya çıkmış olan modernleşme projesi yeni bir toplum ve yaşam biçimi yaratma projesi olarak tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’yi de etkisi altına aldı.

Türkiye’de bu projenin önde gelen bileşenleri ekonomik bileşen olarak kapitalizm, siyasi bileşen olarak ulus-devlet ve ideolojik bileşen olarak da milliyetçilik idi. Türkiye bağlamında özellikle Mustafa Kemal iktidarı döneminin başlangıcında, Türk ulus-devleti inşa projesi bölgesel etnik bileşenleri öngörülemeyen saldırı ve baskıların hedefi haline getirdi. Bu projenin öncelikli amacı, tek tip bir kültürel ve etnik yapı oluşturmaktı. Ne var ki, kolonyal devlet yöntemlerine benzer Türk ulus-devleti yaratma çabaları, hiçbir zaman Türkiye’nin çok renkli realitesine uygunluk gösteremedi. Her ne kadar Türk milliyetçileri, Batılı öğretmenlerinin evrimci yaklaşımlarını Türkiye’ye empoze etmeye çalışsalar da, sosyal Darvinizm ideolojisi içeriği gereği Türk ulusunun üstünlüğünü Türkiye’deki diğer ulusal öğelerine dayattı. Hâlâ da, sözümona uygun grup içinde uygunsuz azınlıklar arasında oldukları gerekçesiyle, kendilerinin efendi oldukları anlayışına bu şekilde meşruiyet sağlamaktadırlar.

Batıdaki modern ulus-devletlerde olduğu gibi tek tip ve sözümona aynı tarih ve kültürü paylaşan ve yürüttükleri politikalar karşısında vefa yüklü homojen ve cilalı bir ulus yaratma rüyası görüyorlar. Sağcı olsun solcu olsun, liberalinden hatta dindarına kadar Türk düşünür ve siyasetçileri, Kürtler gibi çevre halkların ötekilikten çıkarılıp, tahayyül ettikleri tek renkli bir hamur içinde örnek ve meşru vatandaşlar olarak asimile edilmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Türkler, ulus-devletin güçlendirilmesi arayışında sınırlarını emperyalist devletlerin yöntemlerine benzer şekilde genişletip militarize ettiler; yani milliyetçilik ve emperyalizmi bir araya getirdiler. Türk milliyetçilerinin megalomanyası giderek derinleşmektedir. Bu söylem doğrultusunda Türk milliyetçilerine göre Türkler kadim bir tarih ve medeniyete sahip olup, doğal bir teritoryal ve kendi devletlerine sahipler; buna karşın Türkiye’deki diğer etnik-ulusal grupların ”tarihi Türk ulusu”nun hakimiyetine girmeleri gerekiyordu. Bundadır ki, Türk siyasi hareketleri, Türkiye’nin ebedi hakimi olmanın onların meşru hakkı olduğuna inanıyorlar. Türkiye’deki kurulu siyasi düzen, liberalinden, milli-mezhepsel olanından Kemalist ve solcu olanına kadar, demokrasiden her söz ettiklerinde, bir tek konuda hemfikirdirler; onlar, Türk olarak bu ülkenin sahibi ve hakimidirler ve onlara göre egemenlik merkezi devletin kalbine Türk kimliğiyle bağlanmalıdır.

Türkiye’de Türklerin ve Kürtlerin toplum psikolojisi

Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümüne ilişkin demokratik ve hoşgörülü bir ortamın oluşabilmesi için, Türk ve Kürtlerin toplumsal bilinçlerinde köklü bir değişimin yaşanması gerekiyor. Ya da, siyasi egemenliğin ademi-merkezileştirilmesi projesinin gerçekleşmesine dönük sosyo-psikolojik bir zemin hazırlanmalıdır. Acaba Türk ve Kürtlerde buna benzer bir ufka sahip midirler?

Tarih boyunca, Türklerin siyasi ve toplumsal kültürünü yeniden yapılandırmaksızın, Türkiye’deki resmi söylem hem Türk hem de Kürtlerde sahte bir bilinç oluşturmuş. Bu sahte bilinç, bireylerin objektif toplumsal çıkarlarına karşı olan ve böylece toplumda baskı ve eşitsizliği teşvik eden sahte ve gerçekdışı inançların taşınmasından oluşmaktadır. Bu şekilde, bu tanıma göre, baskılanmış birey ya da gruplar (burada "Kürtler" olarak okunabilir) da sahte bir bilinç sahibi oluyorlar ki buna göre –kendileri böyle düşünüyorlar- ikincil ve daha aşağı bir konumdadırlar; bu yüzden, toplumsal hiyerarşide itaatkar ve tabi bir konuma layık görülmektedirler.

Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde pek çok meşhur Kürt şahsiyet bulunmaktadır, ki öncesinde Kürt haklarının savunucuları olmuşlar ve sonrasında ise -iyi halde iken Abdullah Cevdet gibi- halklarına arkalarını dönmüşlerdir. Diyarbakırlı Süleyman Nazif, Musul Valisi sıfatıyla Şeyh Abdülselam Barzani’yi idam etmişti.

Kürtlerin bilinçaltında egemen  grubun (Türklerin) üstünlüğüne, egemenlik altında bulunan grubun (Kürtler) da ikincil konumuna dair gizil bir inanç bulunmaktadır. Bu inanç, bir şekilde egemen grup (Türkler) ve egemenlik altındaki grubu (Kürtler) tanımlayan ortak rızaya dayalı klişe ve stereotiplerin oluşmasına yol açmıştır. Ki mevcut toplumsal düzen, tüm eşitsizliğiyle beraber, bunu meşru hatta doğal bir sistem olarak tahayyül etmektedir.

Ortalama bir Türk için çok doğaldır ki, ülkesi bir Türk kimliğine sahiptir ve bu ülkenin gerçek sahipleri Türklerdir, bundandır ki Türkiye Cumhuriyeti’nin meşhur sloganı şöyledir: "Türkiye Türklerindir!" Bu nedenle –bu tabire göre- burası ezelden beri onun ülkesidir ve her bir karışı kanla elde edilmiştir, bu yüzden Türkiye’deki Kürtler ve diğer halklar onlar için ortadan kaldırılması gereken –en iyi durumda- kendilerini koşullara uydurmaları gereken ya da asimile edilmeleri gereken baş belasıdırlar. Kürtler, hem Türklerin yaklaşımına göre hem de Kürtlerin kendileri için de, onlara empoze edildiği gibi, Türklerden daha az zekaya sahip, daha yeteneksiz ve daha gerici olarak tanımlanmaktadırlar. Türkler arasındaki en yaygın klişe, Kürtlerin vahşi –mağaradan çıkmış- olarak tarif edilmeleridir. Bu sistemli klişeler, Türk etnisitesinin statüko savunuculuğu ve sistemin meşru görülmesini destekleyen tamamlayıcı unsurlardır.

Elbette bu sistemin meşru görülmesinin uzun vadede her iki grup açısından farklı sonuçlar doğurmaktadır. Türk olanlar kendilerini artan bir özgüven ve öznel bir mutluluk içinde görmekteler. Dolayısıyla onlar açısından mevcut sistem meşru görülmekte iken, Kürt olanlar için meşruiyetlerini sistem içinde satın almak zorunludur, özgüven ve öznel mutluluk eksikliği duygusuna maruz kalmaktadırlar ve dolayısıyla kendi etnik grupları içinde tereddütlü bir yaklaşım sergilemektedirler. Kısaca ve öz olarak, Kürt olmalarından dolayı boynu bükük ve utanç içindedirler.

Bu sahte bilinç Kürtlerin psikolojisi üzerinde derin bir etki bırakmıştır; bilhassa Kuzey’deki Kürt hareketlerinin önemli bir kısmı nadiren Türkiye’de Türklerin kültürel, toplumsal, dilsel ve siyasi üstünlüklerine dair eleştiri getirmektedirler. Ana akım Kürt hareketi tarafından Türkiye’deki egemenlik kavramı nadiren yorumlanmıştır; her ne kadar bir kısmı Kürt halkı için otonomi ve kendi kaderini tayin hakkının belirlenmesini talep etmişlerse de, merkezi egemenlik kavramının üzerinde fazla durulmamıştır.

Otonomi ya da özyönetim, her bir ulusun eylemlerinin, dayatma olmaksızın, söz konusu ulus tarafından belirlenmeli ve karar verilmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Ne yazık ki, Kürt toplumunun psikolojisinde hala heteromoni eğilimi hakimdir, ki bu da otonomi karşıtır. Heteronomi ötekiler tarafından yönetilmek ya da yerli olmayanların hakimiyeti altına girmek anlamına gelmekte ve zaten “öz” de yabancı. Ortalama bir Kürt için, hakim olsun ve egemen olsun, vezir olsun kahya olsun, hatta memur ya da en alt düzeydeki işçi olsun, bunların Türk olmasının bir sakıncası yoktur. Kürdistan’ın diğer parçalarında da bu şekildedir. Sıra dışı Kürt mentalitesinde, Kürtlerin hükümranlığı ve yönetim gücü Kürtleredir. Ya da onlar için doğal olan, onların yönetilmeleri gerektiğidir. Amiyane tabirle, buna hizmetçi kişilik denilmektedir.

_________

Kaynak: http://www.basnews.com/index.php/tr/news/329131

Na xebere 3941 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.