2. Tunceli (Dersim) Sempozyumu: Bilimin Ölümü

2. Tunceli (Dersim) Sempozyumu: Bilimin Ölümü
Hasan Ali

20-22 Eylül 2013 tarihleri arasında Tunceli'de katıldığım sempozyum oldukça hareketli idi. Bu üç gün boyunca 58 bildiri, 13 poster bildiri sunuldu. Açılışta dört kapanışta üç konuşmacı Kürt sorunu ile ilgili sunum yaptılar. Çok eğlendiğimi ve bilimin düştüğü sefaleti gördüğümü itiraf etmeliyim.

Açılış oturumunda Michael Gunter'in bildiri başlığı özellikle dikkatimi çekmişti. Onun gelememesi ve yerine Ali Kemal Özcan'ın kendi düşüncelerini sunması şaşırtıcı ve bilime ağır bir darbe idi. Yasin Aktay, "Kürt Sorunu- Çözüm Süreci" bildirisinde içeriden birisi olarak anlattı. Bu sorunun çözülmesi gerektiğini ve iktidar partisinin bu konuda çok fazla çaba harcadığından bahsetti. Mesut Yeğen ve Joost Jongerden'in sunumları oldukça ilginç ve güzeldi. Konuya hakim ve nesnel bir şekilde bu sorunun (Kürt Sorunu) nasıl çözüleceğinin ipuçlarını verdiler.

Sırası gelmişken ayrı bir paragrafla ve konunun bütünlüğü göz ardı edilerek Sayın Ali Kemal Özcan'ın sempozyum boyunca nasıl çalıştığını, ne büyük bir bilim adamı olduğunu ve sempozyumun onurunu nasıl kurtardığını anlatayım. Özcan, açılış ve kapanış oturumunda konuşmacı idi. Bu oturumlarda birer sunuş yaptı. Ayrıca "Yakın Dönem Politik Tarih ve Siyaset" oturumunda, "Tunceli'de Siyaset ve Sivilleşme: Felsefeye Ölüm'mü?" bir bildiri sunarak başka bir oturum olan Yakın Dönem Politik Tarihi oturumunda da moderatörlük yaparak üstün emek harcadı. Yani sempozyumun her sahnesinde onu gördük.  Çok şey kaçırdığınızı düşünerek üzülmeyiniz. Size bu oturumların hemen hepsinde Sayın Özcan'ın bahsettiği, altını çizdiği konuları aktarayım. Öncelikle "Kürt Meselesi"nin kendi alanı olduğunu bu konuda doktora yaptığını, Öcalan'a mektup yazdığını adeta ezberledik. Sorunun çözülmesinde emeğinin geçtiğini, tüm mesaisini bu konuya harcadığını da satır aralarından öğrendik. Aynı Özcan, kapanış oturumunda gazeteci Ferit Demir'in sorusuna neden cevap veremediğini anlamakta ise güçlük çektik. Soru çok açık ve netti. "Yerel gazetede 'Geziyi Selamlayamam' isimli bir makale yazarak katılanları darbecilikle, sürece zarar vermekle suçladınız. İçlerinden selam verecek bir kişinin bile olmadığını vurguladınız. Peki Cemil Bayık ve Selahattin Demirtaş sonraki açıklamalarında 'Geziyi' selamladıklarını, katılmayarak yanlış yaptıklarını söylediler. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?" İlginç jest ve mimikler yaparak "Ben bu haberleri atlamışım, görmedim, sizden duyuyorum" demesi beni değil ama sizi mutlaka şaşırtmıştır. Başka bir gazeteci ise kendini tutamayarak, "Hocam siz Kürt sorunu üzerine çalışıyorsunuz, her yerde bu sorunun nasıl çözüleceğini tartışıyorsunuz, bu haberi nasıl atlarsınız" diyerek şaşkınlığını dile getirdi. Evet mecliste milletvekillerine Kürt sorunu hakkında brifing veren, bu konuda doktora yapan, örgütü, Öcalan'ı en iyi tanıyan Sayın Özcan, Bayık ve Demirtaş'ın demeçlerini gözden kaçırmış. Bilim insanı olmaya da bu yakışır. Bilime böyle hançer vurulur. Yine isminin Adnan Şahin olduğunu öğrendiğim genç bir arkadaş: "Kendisinin olayları çarpıttığını, bizzat görevli olarak buralarda konuşma yaptırıldığını, birilerinin askeri olarak emir aldığını" söyledi. Bu sorudan da canı sıkılan Sayın Özcan'ı moderatör kurtararak çay molasında tartışmalarını salık verdi. Menteşe soy isimli aklıselim bir hocanın eleştirisi daha ağır ve haklı idi. Sayın Menteşe "Tüm konuşmalarını dinlediğini, alt alta, yan yana koyduğunu ve hemen tamamında çözüme yönelik somut hiçbir şey olmadığını, bilimsel kaygıdan uzak gelişi güzel konuştuğunu" vurguladı. Özcan'ın buna cevabı ise: "Kaç aydır kan dökülmemesi somut bir adım değil de nedir?" sorusu oldu. Bu cevaptan anlaşılan barışın mimarı Sayın Ali Kemal Özcan'dır. Bilim, bilim adamı olduğunu anlatan bu kişinin elinde ise, tüm bilim insanları işlerini bıraksınlar ve ondan ders alsınlar.

Naçizane benim Ali Kemal Özcan'dan aldığım dersler üç gün boyunca beynime işledi. Kendimi tutamadım ve bu yazıyı yazmadan rahat edemedim. Maddeler halinde sıralarsak:

-200 kelime üzerinde araştırma yapmış. Bu araştırmayı Bingöl Zaza sempozyumuna sunmuş. Oradakiler onu anlamamış ve eleştirmiş. Fakat o, bu çalışma ile Zazaca'nın Kürtçeden tamamen ayrı bir dil olduğunu dilbilimci olmamasına rağmen ortaya çıkarmış. Bu konuyu çalışan dilbilimcileri baksınlar da örnek alsınlar ondan. Kaç yıldır tartışıyorlar bir sonuca varamıyorlar. Bir makale ile işlem tamam.

-  I. Dersim Sempozyumuna bildiri sunmuş. Tunceli'de insanların partilere oy verme eğilimlerini onları şaşırtarak cevaplamalarını istemiş. Doğru söylemediklerini düşünmüş ve başka bir konuda konuşurken soruyu yapıştırmış ve doğru cevabı onlardan almış. Bundan sonrasını salondaki gülüşme ve konuşmalardan tam anlamadım. Fakat I. Sempozyum kitabına bakılırsa okuyucular daha iyi anlayacaktır.

- Kürt Sorunu konusunda ise: "bu meselenin tamamen halledildiğini, artık küçük ayrıntılar üzerinde çalışıldığını ifade etti. Kürtçe atasözü ile meseleyi de özetleyiverdi: "Ayı karşıda gözüküyorken izini tartışmak anlamsızdır."

Benim anlamaya çalıştıklarım ve konuştuklarından yaptığım çıkarımlar bunlar. Hoca çok dağınık konuşuyor. Bir önceki söylediği bir sonraki söylediğini tutmuyor. Soruların gelişine göre cevap vererek anı kurtarmaya çalışıyor. Bu adam eğer bilim adamı ise diğerleri ne diye düşünmeden edemiyorum. Bu kişinin İnsani ve Sosyal Sorunları Araştırma Merkezi müdürü olduğunu duyduğumda ise saçlarımı yoluyorum. Tunceli Üniversitesi vitrinindeki kişi bu olmamalı kanımca. Özenle seçilmiş bir kimse olarak, kafaları bulandırmak, kavgaları körüklemek, bilgi kirliliği yaparak insanları etkilemeye çalışmak gibi bir misyon üstlenen Sayın Özcan açıkçası görevinizi layığı ile yapıyorsunuz. Sizi tebrik ederim. Vazifeniz ve gösterdiğiniz üstün başarı ile ne kadar övünseniz azdır. Tunceli Üniversitesi'ne sizler yakışıyorsunuz ama bilime değil. Çünkü bilim itaat etmeyenlere ihtiyaç duyar size değil.

"Dersim-Alevilik İlişkisi" adlı oturuma ise Rektör ile Yalçın Çakmak'ın tartışması damga vurdu. Bilim adına yapılan oturumlarda bu denli tartışmalar sadece ilginç idi. Çakmak'ın moderatörü düzgün yönetmesi hususunda eleştirmesi, onun da: "terbiyesizlik yapma" çıkışı salonu karıştırmaya yetti. Hacettepe Üniversitesi'nde araştırma görevlisi, Taraf Gazetesi'nde yazarlık yaptığını başka bir oturumda öğrendiğim Yalçın Çakmak, sinirlerine hakim olamayarak ses perdesini de aşarak doğrudan Rektöre saldırdı. Karşılıklı konuşma ve bağrışmalardan sonra birbirlerinin sırlarını deşifre etme korkusundan olacak, iki taraf da çareyi susmakta buldu. Şöyle ki Moderatör Rektör Boztuğ "Sen değil miydin  gelip kadro isteyen, ben seni işe aldım", Çakmak ise "Siz değil misiniz Alevilik Merkezi'ne Marksist kişileri atadım diyerek beni vitrine koyan" sözlerinden sonra ortam yatıştı. Yalçın Çakmak doktorası bitip Tunceli Üniversitesi'ne döndüğünde Rektör olmayacağı için rahat rahat meramını anlattı. Fakat bilim tekrar ayaklar altına alındı.

Besim Can Zırh'ın, Hüseyin Aygün ile ilgili çalışması dikkate değerdi. AKP'nin ana akım medya aracılığı ile Tunceli ve CHP politikası oldukça gerçekçi bir şekilde ortaya konuldu. Ufacık bir sözün etkisinin ne kadar etkili olduğunu bu sunumla tekrar gördüm. Ercan Geçgin bir önceki oturuma (Rektör-Çakmak tartışması) atıfta bulunarak bilimi düştüğü yerden kaldırmaya gayret gösterdi. Hazırladığı bildiri oldukça iyi idi. Tunceli kimliği üzerine yorumları, düşünce tarzları, algıları, siyasi eğilimlerini içeriden bakarak nesnel bir şekilde ortaya koydu.

"Dil-Alfabe Çalışmaları" isimli oturum da bolca tartışmaya sahne oldu. Vate grubundan Espar ve Tayfun ilgi çekici birer bildiri hazırlayıp sundular. Soru-cevap kısmında ise tartışmayı rektör başlattı. "Bizim Zaza dilinden neden kimse yok" sorusuna M. Tayfun: "buna sizin cevap vermeniz gerekir" şeklinde ironik bir cevap verdi. Bilimin kurşunlara geldiği anlardan biri de bu idi. Konuyu biraz bağlamından koparmadan açarsak; AKP = Devlet, Tunceli Üniversitesi'nde batı dillerine bağlı olarak Zaza Dili Edebiyatı Bölümü açtı. Bir tanesi Yrd. Doç. Dr. Zülfi Selcan, iki tanesi Öğr. Görevlisi (doktorasız) olmak üzere üç kişi ile bölüm öğrenci aldı. Akademiden biraz anlayanlar bu kadro ile öğrenci alınmayacağını en az doktoralı üç yrd.doç.dr. ile öğrenci alınabileceğini pek ala bilirler. Bunların hepsi normal diyelim. Anormallik bunların tamamen siyasi olması. Bölüme sadece Zülfi Selcan gibi düşünenlerin alınması. Bu konuda çalışma yapan akademisyenler görmezden gelinmesi ya da yok sayılıyor olması. Sempozyumda  bu durum patlak verdi. Takke düştü kel göründü. Şöyle ki gerek Espar gerekse M. Tayfun, Zazaca'nın Kürtçenin lehçesi olduğunu iddia ettiler. Solandaki provakatörlerden başka kimse bu konuya eleştiri getiremedi. Zazaca'nın ayrı bir dil olduğunu savunun Selcan ne buraya bildiri yazmış ne de zahmet edip konuşmaları dinlemiş olduğu için Rektör de sinirlenerek gerçek niyetlerini açığa çıkardı. Siz düşünün üniversitede bir kürsü açılsın ki sadece bir görüşe yer vererek kapılarını diğerlerine kapasın. Bilim böyle mi oluyor acaba yoksa bir şeylerin temeli mi atılıyor. Son yıllarda dil mi lehçe mi tartışması ayyuka çıktığı aşikârdır. Bu tartışmayı yapanlar bilimsel kaygı ile olaya yaklaşmazsa sonuç yıkım olur ve böl parçala yönet zihniyetine kendi ellerinizle kendinizi teslim edersiniz sayın dil bilimciler. Kazanan tabi ki masa olur. Evet Zazaca inşâ aşamasında. Adınız altın harflerle litaratüre geçsin istiyorsunuz. Hırçınlığınızın hepsi bundan fakat biraz bilime saygı biraz nesnellik olsa fena mı olur.

Kapanış oturumu ise tam bir trajedi olarak hafızama kazındı. Ses düzeni ve çevirmen eksikliği nedeniyle Ferdinand Hennerbıchler sunumunu tam anlamı ile bize aktaramadı. Modaratör Rektör Boztuğ ise ona sözü ve süreyi uzattığı için ambargo koydu. Birkaç sorudan sonra katılımcılara: "Hennerbıchler'e sormayın" diyerek oturumun ne kadar bilimsel olduğunu gösterdi. Adamcağız sorulardan, konuşmalardan bihaber oturdu yerinde. Serhat Kaya adlı bir araştırmacı bunu eleştirse de kimse üstüne almadı. Kamer Genç'in katkıları da son oturumu renklendirdi. Rektörün beş Alevi Tuncelili akademisyeni bu sempozyum için görevlendirmesi ve defaatle bunu dile getirmesi dikkatlerden kaçmadı. Birçok soru da kafamda cevapsız kaldı. Acaba sadece Aleviler mi sempozyum yapabilir. Sünniler yapamaz mı? Ya da bunlar Alevi diye teşhir edip Alevilik alçaltılıyor mu veyahut yüceltiliyor mu? Bilim bu mu?

2.Dersim Sempozyumunun ardından aklımda kalanlar bunlar. Unutmadan şunu da ilave etmek isterim. Gerek Sayın Oral Çalışlar'ın, gerek Sayın Rektör Durmuş Boztuğ'un gerekse Sayın Ali Kemal Özcan'ın ifade ettikleri eski ama popüler söylem sık sık yinelendi. "Ben-Biz kimsenin inancına, kendisini nasıl tarif ettiğine karışmıyoruz. Kişi nasıl yaşamak isterse öyle yaşasın. Nasıl ibadet etmek isterse öyle ibadet etsin. Kimse kimseye karışmasın" sözlerinden sıkıldık. Emir aldıkları yerler de tam bunu söylüyorlar fakat tam aksini uyguluyorlar.  Bu ufak bir ayrıntı sempozyumdan. Ayrıca sempozyum boyunca hizmet eden güler yüzlü personele; ev sahipliği yapan Mühendislik Fakültesi ve dekanı, hepsi alevi olan! yürütme kuruluna kendi adıma teşekkür ediyorum. Fakat 1. Sempozyumu düzenleyen Şükrü Aslan'ın çok gerisinde olduğunu da belirtmeden geçemiyorum. Bu vesile ile bizleri misafirperverlikleri ile Dersim'de ağırlayan ve emeği geçenlere de teşekkür ediyorum.

_____________

Kaynak: http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/2tunceli-dersim-sempozyumu-bilimin-olumu-34501

Bu haber toplam 3613 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum