zazaki.net
26 Nîsane 2024 Îne

Îsmaîl Beşîkçî / Nuştox

PRESS

30 Adare 2011 Çarşeme 08:19

Kürd toplumunda son 25-30 yılda çok büyük, çok olumlu değişiklikler, büyük kazanımlar oldu. Bu toplumsal ve siyasal değişiklikler, kazanımlar çeşitli yazılarda dile getirilmeye çalışıldı. “Nereden nereye” konusu elbette dikkate değer bir konudur. Fakat bu yazıda bunlar ele alınmayacak. Bu aşamaya nasıl gelindi sorusu irdelenmeye çalışılacak.

“PRESS” bu günlerde, (Mart’ın son haftası) Ankara’da gösterimde olan bir filmin adıdır. 1990’ların başında, Diyarbakır’da, Özgür Gündem Gazetesi’nin nasıl hazırlandığı, yayının nasıl sürdürüldüğü anlatılıyor. Özgür Gündem’in bürosunda biri kadın 7 kişi çalışıyor. 7 kişinin birbirleriyle, devletle ve halkla ilişkileri ele alınmış.

“PRESS” Sedat Yılmaz’ın filmi.

Arka arkaya “faili meçhul” denen cinayetlerin işlendiği bir dönemdir. İnsanların kaçırıldığı, birkaç gün sonra cesetlerinin, yol kenarlarında, köprü altlarında, mağara önlerinde, şurada-burada bulunduğu bir dönemdi. Köylerin yakılıp yıkıldığı, ormanların yakıldığı, temel geçim kaynaklarının tahrip edildiği, ürünlerinin hasad yapılmadan tarlalarda yakıldığı, yüz binlerce insanın yerini yurdunu terke zorlandığı bir dönemdi.

İnsanlar, aileler, büyük bir çaresizlik içinde avukatlara, insan hakları kurumlarına, gazetelere, gazetecilere başvuruyorlardı. Günlük gazetelerin, büyük tirajı olan gazetelerin ilgisizliği insanları, aileleri daha da çaresiz yapıyordu. Özgür Gündem böyle bir ortamda, 30 Mayıs 1992’de yayıma başladı. Özgür Gündem’den önce, haftalık Yeni Ülke vardı. Kuşkusuz Yeni Ülke’ye de çok yoğun baskılar söz konusuydu. Ama günlük basına geçmek, Kürdlerin bu işe sarılmakta çok daha ciddi olduklarını gösterdiği için dikkatle izleniyordu. Bu, devlet ideolojisinin, “sadece Türkiye’de değil, dünyanın neresinde bir Kürd kurumlaşması olsun, onu da yok ederiz…” anlayışını hemen harekete geçirdi.

Yukarıda sayılan nedenlerden dolayı devlet terörünün mağduru olan halkın, Özgür Gündem’le buluşması kolay oldu. Köylerin yakılması-yıkılmasıyla ilgili haberler, “faili meçhul” cinayetlerle ilgili haberler, kaçırılan insanlarla ilgili haberler Özgür Gündem’de yer almaya başladı. Devlet, bu tür haberlerin basında yer almasını hiç istemiyordu. Köylerin PKK tarafından yakılıp yıkıldığını, insanların PKK tarafından kaçırıldığını söylüyordu. Tirajı büyük olan günlük gazeteler, devletin bu isteğine göre haberler yapıyor, PKK’yi suçluyorlardı. Özgür Gündem ise, fiilen yaşananları haberleştirmeye çalışıyordu. Devlet güvenlik birimleri bu tür haberlerin gazetede yer almaması için gazete çalışanlarını durmadan tehdit ediyordu. Bir güvenlik görevlisi, gazeteye telefon açıyor, “falanca haberi koyarsanız, falanca fotoğrafı basarsanız gazeteyi uçururuz, kendinizi yok bilin…” diyordu. Özgür Gündem çalışanlarına böyle çok yoğun tehditler yapılıyordu.

Başka gazetede çalışan bir muhabir, bir gün, Özgür Gündem’e bir fotoğraf getirdi. Bu fotoğrafı kendi gazetesine göndermiş ama gazetesi bu fotoğrafı basmamıştı. Fotoğraf bir panzer tarafından sürüklenen bir sivilin cesedini gösteriyordu. O günlerde, Almanya ile Türkiye arasında Türkiye’ye verilen Alman panzerleri konusunda bir gerilim vardı. Kürdler, Almanya’yı eleştiriyorlardı. Almanya’ya, “Köylerimiz Alman panzerleri tarafından yıkılıyor…” suçlaması vardı. İşte bu ortamda, o fotoğraf Özgür Gündem’e geldi. Fotoğrafın basılmaması için çalışanlar tehdit edildi. Bu tehdide rağmen o fotoğraf basıldı. Manşette “İnsanlık sürükleniyor” ibaresi vardı. Ertesi gün gazeteye baskın yapıldı. Gazete tarumar edildi. Araç-gereçlere, dosyalara el kondu.

Gazete çalışanlarından Faysal’a Orduyla ilişki içinde olan bir çete reisinden haber geldi. Faysal resin adamları tarafından reisin makamına götürüldü. Çete reisi bazı açıklamalar yaptı. O açıklamalar devletin Kürdlerle, PKK hakkındaki niyetlerini de ortaya koyuyordu. O akşam gazete yine tehdit edildi. “O haberleri, yani reisin açıklamaların yayımlarsanız sonunuz kötü olur…” O haberler yayımlandı. Haberin yayımlanmasından sonra hem çete reisi hem de Faysal öldürüldü. Gazete çalışanlarından Alişan’ın Faysal’ın cesedinin fotoğrafını çekmesi filmin trajik anlarında biriydi. Alişan’ın öldürülmesi, yine çeteyle ilgili haberlerden dolayı oldu. Alişan’nın, çetenin elemanlarından biri tarafından öldürülmesi, yine filmin trajik anlarındandı. Çete elemanı, olup bitenler hakkında Alişan’a bilgi verdikten sonra, cebinden tabancasını çıkarmış, “ABD kovboyları gibi benim şöyle bir fotoğrafımı çek.” demişti. Tabancasını Alişan’a doğrultmuştu. Alişan’ın cesedinin fotoğrafını da Fırat çekti.

Özgür Gündem Diyarbakır bürosunda 7 kişi çalışıyordu. Çalışanlar birer birer öldürülüyordu. İşler 17 yaşında Fırat’ın üzerine kaldı. Fırat büyük bir özveriyle, fedakarlıkla işlerin üstesinden gelmeye çalıştı. Daktiloda yazmayı, haber yazmayı öğrendi. Haberleri gazetenin İstanbul’daki merkezine ulaştırmayı öğrendi. Fotoğraf çekmeyi, film yıkamayı, tabetmeyi öğrendi. Olup bitenler hakkında Kürd halkına doğru bilgi vermek, gerçekleri olduğu gibi aksettirmek önemliydi. Mücadele sürüyordu…

17 yaşındaki Fırat’ın, her türlü zorluğun üstesinden gelerek gerçekleri halka ulaştırma mücadelesini sürdürmesi Sedat Yılmaz’ın filminin çok olumlu bir mesajıdır. Gelecek aydınlıktır, ışıklıdır. Çünkü mücadele sürmektedir. Devlet terörünün tırmandırılmasına, bombalamalara ve öldürmelere rağmen gençler mücadeleye sahip çıkıp işi götürmektedir.

Bugünlere nasıl gelindi, fiili kazanımlar nasıl oldu konusunun irdelenmesi elbette önemlidir. PRESS bu sürecin, 1990’larda, Diyarbakır’da nasıl yaşandığına dair çok sağlıklı bir anlatım geliştiriyor.

Bu yıllarda öldürülen Kürd gazetecileri anmak istiyorum.

Mehmet Sait Erten, Azadi-Deng Dergisi, Diyarbakır, 3 Kasım 1991

Halit Güngen, İkibine Doğru Dergisi, Diyarbakır, 18 Şubat 1992

Cengiz Altun, Yeni Ülke Gazetesi, Batman, 25 Şubat 1992

Bülent Ülkü, Körfeze Bakış, Bursa, 31 Mart 1992,

Mecit Akgün, Yeni Ülke, Nusaybin, 2 Haziran 1992

Hafız Akdemir, Özgür Gündem, Diyarbakır, 8 haziran 1992

Çetin Abayay, Özgür Halk Dergisi, Batman, 29 Temmuz 1992

Yahya Orhan, Özgür Gündem, Ceylanpınar, Gercüş, 9 Ağustos 1992

Hüseyin Deniz, Özgür Gündem, Ceylanpınar, 9 Ağustos 1992

Musa Anter, Özgür Gündem, Diyarbakır, 20 Eylül 1992

Hatip Kapçak, Hürriyet, Mazıdağı, 18 Kasım 1992

Namık Tarancı, Gerçek Dergisi, Diyarbakır, 20 Kasım 1992

Orhan Karaağar, Özgür Gündem, Van, 19 Ocak 1993

Kemal Kılıç, Yeni Ülke, Şanlıurfa, 18 Şubat 1993

Mehmet İhsan Karakuş, Silvan Gazetesi, 13 Mart 1993

Ferhat Tepe, Özgür Gündem, Bitlis, 28 Temmuz 1993

Nazım Babaoğlu, Gündem, Siverek-Urfa, 12 Mart 1994

İsmail Ağay, Özgür Ülke, Batman, 29 Mayıs 1994

Ersin Yıldız, Özgür Ülke, İstanbul, 3 Aralık 1994,

Seyfettin Tepe, Yeni Politika, Bitlis, 28 Ağustos 1995

Özgür Gündem Gazetesi muhabiri Burhan Karadeniz, Ağustos 1992’de Diyarbakır’da, gündüz vakti saldırıya uğradı. Sakatlandı, felç oldu. Tekerlekli arabayla yaşıyordu. Saldırıya uğradığında 19 yaşındaydı. 2003 de, Almanya’da yaşamını yitirdi.

Ferhat Tepe, Çetin Abayay, Nazım Babaoğlu, Yahya Orhan, Kemal Kılıç… da çok genç çocuklardı. PRESS’deki Fırat gibi, 17-18 yaşlarında gazeteciliğe başlamışlardı.

Film şu sözlerle bitiyordu: “Bunlar gazeteci kılığında militanlar, birbirlerini vuruyorlar. Devlet cinayet işlemez.” (Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, 1992.) Filmin sonunda şu döküm yapılmıştı:

- Özgür Gündem gazetesi 30 Mayıs 1992’de yayına başladı.
- Yayınlanan 580 sayısının 486’sı hakkında dava açıldı.
- Gazete hakkında 3 kez 30 gün, 15 kez 15 gün, 2 kez 10 gün kapatma kararı verildi.
- 1993 yılından itibaren OHAL bölgesinde satışı yasaklandı.
- 14 Nisan 1994’de mahkeme kararıyla tamamen kapatıldı.
- Sorumlu yazı işleri müdürleri hakkında toplam 147 yıl hapis cezası, 20 milyar 45 milyon lira para cezası verildi.
- 1992 yılında öldürülen gazeteciler sıralamasında Türkiye birinci oldu.
- 1992 yılında 14 gazeteci, 2 gazete dağıtımcısı öldürüldü.
- 1993 yılında 9 gazeteci, 13 gazete dağıtımcısı- bayi öldürüldü.
- 1994 yılında 7 gazeteci, 2 gazete dağıtımcısı öldürüldü.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi

1950 tarihli, İnsan Haklarını ve temel Özgürlüklerini Koruma Sözleşmesi’nin 14 maddesine göre, temel haklar ve özgürlükler, ırk, cinsiyet, dil, din, gibi kriterlerden dolayı, farklı bir ulusal kökenden olmadan dolayı sınırlanamaz. Yukarıda isimleri verilen gazeteciler, hep Kürd oldukları için, Kürdler için hak ve özgürlük talebinde bulundukları için öldürülmüşlerdir. Kürdeler için hak ve özgürlük talebinde bulunmak şüphesiz ifade özgürlüğüdür. Ama, Kürdlerin bu talepleri, ayrımcı ve ırkçı bir politika ve uygulama ile kullanılamaz bir hale getiriliyor. Bu ölümleri gerçekleştirenlerin devlet güçleri oldukları artık açıkça biliniyor. Bunu sadece, bir zamanlar Ergenekon’da veya JİTEM’de tetikçilik yapmış Abdülkadiir Aygan veya, Ayhan Çarkın anlatmıyor. Bir zamanlar güvenlik bürokrasisinde önemli görevler olan Em. Korg. Atilla Kıyat gibi generaller de vurguluyor. Köylerin yakılıp yıkılması, temel geçim kaynaklarının tahribi, ormanların yakılması hep, Kürdlere uygulanan ayrımcı ve ırkçı bir politikadır. Yukarıda isimleri verilen ve 3-4 yıl içinde öldürülen 20-21 gazetecinin hepsi Kürdür ve Kürdler için haklar ve özgürlükler istedikleri için öldürülmüşlerdir.

Hrant Dink de Ermeni olduğu için, Ermenilere haklar ve özgürlükler istediği için, Ermenilerin tarihsel geçmişini soykırım uygulamalarını kurcaladığı için öldürülmüştür.

Türk yönetiminin, “Türk derken, Kürd’ü, Ermeni’yi, Arap’ı. Laz’ı, Çerkes’i… herkesi bu kavramın içine alıyoruz” söylemi keyfi bir yorumdur, toplumsal bakımdan hiçbir meşruiyeti yoktur. Toplumsal bakımdan meşru olmayan ilişkilere yasalarla meşruiyet vermek mümkün değildir. Kürd sorunu önce toplumsal ve etnik, sonra siyasal bir sorundur. Ama Kürd sorunu hukuksal bir sorun değildir. Çözümü de mahkemeler devreye sokularak değil, toplusal, etnik, siyasal sorunlar gibi ele alınarak olur.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Türkiye’ye karşı 14. maddeyi hiç kullanmaması, Türkiye’ye, devlet terörüne verilmiş sınırsız bir destektir. Zaten, Avrupa devletlerinin, ABD’nin, AB’nin, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi kurumların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Uluslar arası Af Örgütü’nün desteği olmasa, Türkiye’de, devlet terörü bu kadar tırmandırılamazdı, devlet Kürd Halkına karşı bu kadar “faili meçhul” cinayet gerçekleştiremezdi. Avrupa devletlerinin, ABD’nin, uluslar arası kurumların, “teröre karşıyız, Kürd terörüne, PKK terörüne karşıyız..” diyerek devlet terörüne sınırsız destek vermeleri olgusal zenginlikle, olgulara dayanılarak irdelenmesi gereken bir durumdur.

30.03.2011

No nuşte 2165 rey wanîyayo
No nuşte hema şîrove nêbîyo.