Neşe Düzel, 28-29 Mart 2011 tarihli Taraf gazetesinde, Prof. Dr. Nur Vergin’le yaptığı röportajı yayımladı. 28 Mart tarihinde yayımlanan bölüm, “Kürd sorununu din kardeşliği yumuşatacak” başlığıyla verilmişti. 29 Mart tarihinde yayımlanan bölüm ise, “Elit sınıf aşağılık kompleksi içinde başlığıyla verildi.
Bu yazıda Nur Vergin Hoca’nın, Kürd sorunu bağlamında dile getirdiği görüşleri değerlendirmek istiyorum.
Türkiye’de din, tamamen devletin kontrolü altındadır. Din devletin, resmi ideolojinin ihtiyaçlarına göre devlet tarafında yorumlanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı devletin bir kurumudur. Diyanet İşleri Başkanı devletin bir memurudur. Türkiye laik bir ülke falan değildir. Dinin devlet tarafından bu kadar denetlendiği bir ülkenin laik olması mümkün değildir. Mahkemelerin tarafsız olduğu da devletin bir söylemidir. Bu da generaller tarafından sık dile getirilen bir görüştür. Bu görüşün, somut olgular, olgusal ilişkiler tarafından çürütüldüğü için slogan olmanın ötesinde bir değeri yoktur.
Araplar, dini, Arap milletinin milli çıkarları için kullandılar. Saddam Hüseyin, Kürdlere karşı geliştirdiği soykırıma “enfal” dedi. Soykırımı Kur’a dayandırdı. “Kürdlerin kanı-canı, malı-mülkü, karısı, çocukları Müslüman Araplara helaldir.” Dünyanın neresinde olursa olsun, ister Filistin’de, İster Pakistan’da, ister Bosna’da, İster Kıbrıs’ta, Batı Trakya’da, Bulgaristan’da olsun, Müslümanların burnu kanasa Türkiye’de Müslümanlar tepki gösterir. Sel, deprem, yangın gibi felaketlerde, yardım kampanyaları açar. Ama Saddam Hüseyin’in Kürdlere karşı tırmandırdığı soykırıma karşı Müslümanların küçücük bir tepkisi olmadı. Türkiye’de, Müslümanlar, Kürdlere karşı geliştirilen bu operasyonları ya alkışlıyor, ya sessiz kalıyor. Çünkü Türkiye’de Müslümanlık devletin Müslümanlığıdır, halkın Müslümanlığı değildir. Devlet ise, Kürdlerin şu veya bu şekilde nüfusunun azalmasından, Kürdlerin her zaman huzursuzluk içinde olmasından, moral çöküntüsü yaşamasından memnundur. Bu ilişkilerden bir kardeşlik çıkabilir mi? Kürdlerin Müslüman bile kabul edilmediği bir ortamda din kardeşliği gerçekleşebilir mi?
Saddam Hüseyin’in Kürdlere, Halepçe’de soykırım yaptığı 16 Mart 1988 günü, İslam Konferansı Kuveyt’te toplantı halindeydi. 53 İslam ülkesinden hiç birinin soykırım konusunda Saddam Hüseyin rejimine küçük bir eleştiri getirmemesi, soykırımı protesto etmemesi dikkate değer bir konudur. İslam Konferansı toplantısında, Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Kenan Evren temsil ediyordu. Toplantı sonrasında yayımlanan ortak bildiride, Bulgaristan’da, Türklerin isimlerini Bulgar isimleriyle değiştirmeye çalıştığı için Bulgaristan eleştiriliyordu. Batı Trakya’da, Türk çocuklarının Türk diliyle eğitiminin engellediğinden dolayı Yunanistan eleştiriliyordu. Ama böylesine bir soykırımdan dolayı Saddam Hüseyin rejimine hiçbir şey söylenmiyordu.
Bu umursamazlıktan bir kardeşlik doğabilir mi? Bu ilişkilerin neresinde din kardeşliği vardır?
Farslar da dini, hep Fars milletinin milli çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Bugün İran’da her gün yaşları 19-20 yaşlarındaki Kürd gençleri idam edilmektedir. Vinçler sanki Kürd gençlerinin idamı için düşünülmüş idam sehpasıdır. Kürd gençlerinin, her gün, birer ikişer idam edildiği bir ortamda kardeşlik, din kardeşliği nasıl oluşur?
Türkiye’de Başbakan, sık sık Tunus, Mısır, Libya liderlerine, halkınızı dinleyin, reform yapın diyor. İran’a, İdamlar konusunda neden bir şeyler söyleyemiyor? İran’da her gün yaşanan bu idamlar cinayet değil midir?
Türkiye de, dini hep Türk milletinin milli çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Devletin Kürdlerle, Kürd sorunuyla ilgili temel politikası asimilasyondur. Devlet, dini de asimilasyon politikası doğrultusunda kullanmaktadır. Kürd bölgelerinde Kur’an Kursları’nı, İmam-Hatip Okulları’nı yaygınlaştırmak, devletin temel politikası olmuştur. 1980’lerde, Kürdlerin yaşadığı her alanda, dinsel akımları, dinsel vakıfları, dinsel yayınları, radyoları, televizyonları geliştirmeyi devlet, temel bir görev olarak algılamıştır. Dinsel yayınlarla Kürdleri oyalamak Kürdlerle, Kürd sorunuyla mücadelede önemli bir yöntem olmuştur.
Devlet, daha 1984’te, PKK silahlı mücadelesi başlarken, helikopterlerle, savaş uçaklarıyla, dağlara Kur’an’dan ayetler, hadisler atıyordu. Bu bildirilerde, Kürdlerin ileri sürdükleri milli taleplerin İslam’a aykırı olduğu vurgulanıyordu. Devlet, 1984-85 ve daha sonraki yıllarda bu yöntemi çok kullandı. Bu bildirilerde de İslam kardeşliği çok vurgulanıyordu, ama Kürdler de Türk kabul ediliyordu.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan bir Ansiklopedi var. İslam Ansiklopedisi. 1990’lardan beri yayımlanıyor. Son olarak 39. cildi yayımlandı. 40 cildi aşacağı anlaşılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan İslam Ansiklopedisi’nde Kürdler, Kürdçe, Kürdistan gibi maddeler yer almıyor. 26. ciltte bu tür maddeler yer alması gerekiyordu. Ama 26. ciltte kürdili hicazkar var, Kürdler… yok. Bu, devletin Kürdleri yok sayıcı tutumuyla, inkâr ve imha tutumuyla ilgilidir. 40 cildi aşkın bir ansiklopedi söz konusu ama 20 milyonu aşkın Müslüman Kürd’den küçücük bir bilgi yok. Böyle inkarcı, yok sayıcı, imhacı bir tutumdan nasıl kardeşlik üretilebilir?
1940’larda, 1950’lerde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanan İslam Ansiklopedisi’nde Kürdlerle ilgili bir madde vardı. 1950’lerde yayımlanan 6. cilde Viladimir Minorsky’nin, Kürdler başlıklı geniş bir incelemesi yer alıyordu. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanan İslam Ansiklopedisi tercümeydi. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan İslam Ansiklopedisi telif…
Son 30 yıllık mücadele, savaş dönemini hatırlayalım.”Faili meçhul” denen cinayetler işlendi. Bu cinayetlerin failinin devlet güçleri olduğu artık çok açık bir şekilde biliniyor. Bu cinayetlerin binlerle ifade edildiği de biliniyor. Köyler yakıldı, yıkıldı. Ormanlar yakıldı, temel geçim kaynakları tahrip edildi. Tarımsal ürünler hasat yapılmadan tarlalarda yakıldı. Bombardımanlarda sürüler telef edildi. Milyonlarca insan yerini yurdunu terke zorlandı. Mağdur edildi. Yaz aylarında, Karadeniz’e, Batı bölgelerine, Orta Anadolu’ya gelen mevsimlik Kürd tarım işçilerinin çalıştıkları bölgelerde ne kadar aşağılandıkları yakından biliniyor. Bütün bu süreçten nasıl din kardeşliği üretilebiliyor?
Siirt’te, Newala Qesaba’da yüzün üzerinde ceset var, çatışmalarda öldürülen Kürd gençlerinin cesetleri oralara atılmış. Cesetleri kurtlar, köpekler parçalamış. Kürd gençlerini, milli haklar istiyorlar diye öldürüp cesetlerini Kasaplar Deresi’ne atan zihniyet küçücük bir özeleşiri bile yapmıyor. Buradan nasıl bir kardeşlik çıkıyor acaba? Türkler bunu unutmuş olabilirler veya böyle bir konu Türklerin, Türk aydınlarının bilincine çarpmamış olabilir. Fakat Kürdler bu zulmü hiçbir zaman unutmamak durumundadır. (Newala Qesaba konusunda ayrıntılı bilgiler için bk. Evin Çiçek, Gelawej.Net, Mart 2011)
Bugün, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile Fethullah Gülen’in okulları arasında, Kürd çocuklarını asimile edilmesi konusunda hiç fark yoktur. Her iki kategori de, Kürdlerin asimilasyonunda çok önemli hizmetler yapan sivil toplum kurumlarıdır. 1930’larda, 40’larda, 50’lerde asimilasyonu devlet yapardı. Devlet, okullarda, kışlalarda, basında, Kürdlerin Türklüğe asimilasyonunu gerçekleştirmek için çaba harcardı. Artık sivil toplum örgütleri de asimilasyon konusunda yoğun çaba içinde. “Baba Beni Okulu Gönder” “Haydi Kızlar Okula” kampanyaları temel amacı asimilasyondur.
Ortadoğu’da, Araplar, Farslar ve Türkler, dini kendi milli çıkarları doğrultusunda kullanıyorlar. Ortadoğu’da, sırf İslamiyet’i geliştirmek için çaba gösterenler sadece Kürdlerdir. Müslümanlığı Ortadoğu’dan İndonezye’ya kadar götüren Kürdlerdir. Kürd Nakşibendî tarikatının bu konulardaki rolü büyüktür. Ama Kürdlerin bu anlayışını, yani İslamiyet’i Kürd milli çıkarları doğrultusunda kullanmamalarını her üç millet de istismar etmiş Kürdleri baskı altına alma, kuşatma yolu izlemişlerdir. Kürdlere zulmeden kendilerini kuşatan Müslüman devletlerdir. Bu zulüm yapısaldır, sistematiktir. Bu yapısal, sistematik zulümden kardeşlik anlayışı nasıl doğabilir?
Nur Vergin Hoca’nın din kardeşliği anlayışının yaşama geçmesinin tek bir koşulu vardır. Eğer din devletin kontrolünden çıkarsa, halk İslami gelişirse, “din kardeşliği” de oluşabilir. Ama kişi olarak bunu olası görmüyorum. Yani devletin dini kontrol etmekten, dini, Türk milliyetçiliğinin amaçları doğrultusunda kullanmaktan vazgeçeceğini düşünemiyorum. Din, Müslümanlık, Türk milliyetçiliğinin çok önemli bir dayanağıdır. Bugün, köylerde, şehirlerde, her yerde camiler yapılıyor. İnşaat halinde olan pek çok cami var. Camiler, Müslümanlığın göstergesi olmaktan ziyade Türklüğün göstergesidir. Camiler birinci planda Türklüğün göstergesidir. Müslümanlığın göstergesi olması ikinci plandadır. Türk olan zaten Müslümandır. Camilerin tepelerine bayrak dikilmesi, minarelerin mümkün olduğu kadar yükseltilmesi Türklüğün görülür kılınmasıdır. Camiler sadece Kızılbaş (Alevi) köylerinde Müslümanlığın göstergesidir. Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu, Kızılbaşların Müslümanlığa asimilasyonu, İttihat ve Terakki’den beri, Türk Devleti’nin kararlı bir şekilde, sistematik bir şekilde uyguladığı bir politikadır.
Profesör Nur Vergin’e sorular
Prof. Vergin, röportajın ikinci bölümünde, Osmanlının Balkanlardan çekilmesinin Türk yönetiminde, Türk halkında yarattığı etkileri anlatmaktadır. Osmanlı Devleti’nin bölünmesinin halkta, askerlerde, aydınlarda yarattığı etkileri, meydana gelen travmaları dile getirmektedir. Bölünmenin, böyle bir politikaya hedef olmanın, çok kötü bir şey olduğunu anlatmaktadır.
Buradan hareket ederek, Kürdlerin, Kürdistan’ın başına gelenleri bilince çıkarmak gerekir kanısındayım. 1920’lerde, Cemiyet-i Akvam-Milletler Cemiyeti döneminde Kürdler ve Kürdistan bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Bu dönemde, dünyanın iki önemli emperyal gücü, Büyük Britanya ve Fransa bu işin başını çekmektedir. Ortadoğu’nun iki önemli gücü, Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti, İran İmparatorluğu’nun devamı olarak Yeni İran Şahlığı bu süreçte emperyal devletlerle ortaktır. Bu yıllarda, böylece, dünyada ve Ortadoğu’da etkin olan bu dört güç Kürdlerin ve Kürdistan’ın üzerine çullanmış, Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesinde, parçalanmasında ve parçalanmasında çıkar ortaklığı yapmışlardır. Bu dönemde, Sovyetler Birliği’nin politikası da anti-Kürd bir politikadır. Moskova’nın politikası, Londra’dan ve Paris’ten farklı bir politika değildir. Bunun Kürdlerdeki etkisi çok ağırdır. Bu, bir insanını iskeletinin parçalanması, beyninin dağılması gibi bir olaydır.
Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması Türk aydınları tarafından bilince çıkarılan bir konu mudur? Bunu, Nur Vergin Hoca’dan önce, şüphesiz Kürdlere sormak gerekir. PKK yöneticilerine, Barış ve Demokrasi Partisi yöneticilerine, Demokratik Toplum Kongresi yöneticilerine, KCK yöneticilerine sormak gerekir. Zira, bu kesimler, “biz bölücü değiliz…” deyip duruyorlar. “Biz bölücü değiliz, devrimciyiz, enternasyonalistiz…” demek, 1920’lerde, Kürdlerin ve Kürdistan’nın başına getirilen bu felaketin, Kürdlerin başına geçirilen bu lanetli çorabın bilincine varmamak demektir.
Osmanlı, Balkanları, 14-15 yüzyıllarda fethetti, işgal etti. 19. yüzyıl sonlarında, 20. yüzyıl başlarında geri dönüş var. Balkan halkları bu yüzyıllarda, milli bilince ulaşmışlar, Osmanlıları kendi topraklarından çıkarıyorlar. “Buralar bizim, buraları artık biz yöneteceğiz.” diyorlar. Kürdler ise bin yıllardır kendi ülkelerinde oturuyorlar. Kürdler kimselerin vatanlarını işgal etmemişler, kimsenin topraklarında işgal seferleri düzenlememişler. Ama, Osmanlı’nın Anadolu’ya dönüşü travma yaratıyor. Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, Kürdlerin kendi coğrafyalarında Kürd toplumu olmaktan doğan haklarının gasbedilmesi, bu doğal durumu yaşayamaz hale gelmeleri, hem dünyanın hem Ortadoğu’nun Kürdlere karşı bir durum geliştirmeleri, Kürdlerde, nasıl bir etki yaratır? Bu, Türk, Arap, Fars aydınlarından önce Kürdlerin, Kürd aydınlarının bilincine çarpması gereken bir konu olmalıdır.