zazaki.net
19 Adare 2024 Sêşeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
29 Êlule 2017 Îne 22:37

Kürdler Zoru Başardı…

İsmail Beşikçi

Referandum Hakkında…

"Referandumu erteleyin", "Referandumu iptal edin" sözleri ne anlama geliyor? 7 Haziran 2017’den sonra sık sık dile getirilen bu sözlerle Kürdlere verilmek istenen mesaj şudur: “Kürdler, siz kendi geleceğinizi tayin etme hakkına sahip değilsiniz. Çünkü siz geri, ilkel bir topluluksunuz. Ne doğrudur, ne yanlıştır, ne yararlıdır, ne zararlıdır, bunları ölçemezsiniz, bilemezsiniz. Çünkü siz çağdışı, geri bir yaşam içindesiniz. Neyin zamanı gelmiştir, neyin zamanı gelmemiştir, bunları ancak, sizin yöneticileriniz olarak biz biliriz. Bunun için siz geleceğinizi tayin etme hakkına sahip değilsiniz. Sizin geleceğinizi ancak biz tayin ederiz. Sizin yöneticileriniz olarak biz diyoruz ki, Referandum, Kürdler için yararlı değildir, zararlıdır. Bunları bileceksiniz. Buna göre tavır davranış sergileyeceksiniz…” Biz derken kasdedilen kimlerdir? Şunlardır. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar, Büyük Britanya, (Irak) Fransa (Suriye,) Türkiye, İran, Milletler Cemiyeti, Sovyetler Birliği, ABD. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraları, Türkiye, İran, Irak, Suriye, Büyük Britanya, Fransa, Arap Birliği, İslam Konferansı, Sovyetler Birliği (Rusya Federasyonu), ABD, BM, AB.

Referandum’a giderken son 10 günü hatırlayalım. Başkan Mesut Barzani’ye, Kürd yönetimine, çeşitli devletlerden, uluslararası kurumlardan, telefonlar, telefonlar… "Referandumu ertele", "Referandumu iptal et" telefonları…Telgraflar, telgraflar…. "Referandumu iptal et", "Referandumu ertele" telgrafları… Bunlar yetmedi, heyetler, heyetler… "Referandumu ertele", "Referandumu iptal et" heyetleri. Telefonlarla, telgraflarla, heyetlerle tehditler, tehditler…

Bu koşullarda referandumun gerçekleştirilmiş olması başlı başına bir başarıdır. Irak’a, Türkiye’ye, İran’a, Suriye’ye rağmen, PKK’ye rağmen, Goran’a, Komel’e rağmen, YNK’nin, Ala Talabani, Bafil Talabani gibi bir kesimine rağmen, ABD’ye, İngiltere’ye, Fransa’ya, AB’ye, BM’ye rağmen, Irak’ın birliği, diye çırpınanlara rağmen, bu referandumun gerçekleşmiş olması bir başarıdır. Büyük bir başarıdır. Böylece, Kürdler, iradesi olan, iradesini kullanan bir ulus olduğunu göstermiştir. Kendi geleceğini tayin etme hakkına sahip olduğunu göstermiştir. Kürdler, sandığa, gelecekte çocuklarına ve torunlarına özgür bir Kürdistan bırakmak heyecanı ile gittiler. Yüksek katılım, yüksek evet oyu, Kürdlere büyük bir moral kaynağı oldu. Bu süreçte, Başkan Mesut Barzani’nin, Başkan Yardımcısı Kosret Resul gibi yöneticilerin dik duruşu, Kürdlere, Kürdlerin dostlarına büyük bir moral vermiştir.

7 Haziran 2017’den beri, yani, 25 Eylül’de referandum yapılacak kararının açıklanmasından beri en çok duyulan sözler, "referandum meşru değildir", "referandum anayasaya aykırıdır", "referandum hukuka, adalete aykırıdır", "Referandum istikrar getirmeyecek, mevcut istikrarı dada da bozacak" gibi sözler olmuştur.

Enfal Soykırımı

Bu sözler, Enfal’i, soykırımı hatırlatıyor. Enfal neydi? 20-25 metre uzunluğunda, 3-4 metre genişliğinde, 3 metre derinliğinde çukurlar düşünün. Loder, dozer, kepçe, ekzkavatör vs. gibi ağır iş makineleri tarafından açılmış çukurlar.

Baas güvenlik güçleri sabaha doğru, Kürd köylerine baskın yapıyor. Köyde bulunan herkesi, kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar Kürdleri topluyor, arabalara doldurup Topzawa Toplama Kampı’na getiriyor. Köyden çıkarken, önce evleri yağma ediyor, sonra yıkıyor, yakıyor. Topzawa, Kerkük’ün 11 km. batısında, büyük bir Kürd köyü.

Topzawa Toplama Kampı’na getirilen Kürdler, bir süre orada, aç-susuz ve tecrit edilmiş olarak tutulduktan sonra, gözler bantlı ve elleri çok sıkı bir şekilde bağlanmış olarak o çukurların başına getiriliyor. Her çukurun başına 75 Kürd getiriliyor. Orada 11 kişilik bir özel tim var. Hepsinin elinde birer tabanca. Bu timin hemen arkasında bir komutan var. Komutan ateş emrini verir vermez, özel tim yakın mesafeden çukurun başına getirilen, gözleri bantlı, elleri bağlı bu kişilere bu Kürdlere ateş açıyor. 75 kişinin cesetleri bir çukura doldurulduktan sonra, toprak atıcılar, toprakla çukuru kapatıyor.

75 kişiye ateş edilmesinden sonra, bazı Kürdler, yaralanmış ama ölmemiş olabilir. Örneğin, analarının siper yaptığı kundaktaki çocuklar ölmemiş olabilir. Çukurların toprakla kapatılması sürecinde, hiçbir bireyin canlı kalamayacağı açıktır. Ve bu kitlesel katliamlar, işlenirken, çok sıkı güvenlik önemleri alınıyor. Basına küçük bir haber bile sızmamasına özellikle dikkat ediliyor. Bunun, soykırım olduğu çok açıktır. Bu kitlesel katliamlar, 1988 yılının yaz aylarında, Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında sürmüş. 8 yıl süren İran-Irak Savaşı’nın bitiş tarihi olan 20 Ağustos 1988 den sonra daha da yoğunlaşmış, yaygınlaşmış… Bugün, Kürdistan’da, Irak’ın güneyinde, Irak’ın her yerinde toplu mezarlar var. Topzawa Toplama Kampı gibi yüzlerce toplama kampı var…

Umrean’dan Topzawa’ya

Bu kitlesel katliamları kim anlatıyor. Bunu Umrean’dan bir Arap anlatıyor. Umrean, Kut ilinin Hey ilçesine bağlı bir köy… Bölge Arapların yaşadığı bir bölge. 1961 doğumlu 6 artı 6 çocuklu bir Arap… Ebdul Hesen Muhan Murad, gençliğinde Baas Partisine üye olmuş, sonra güvenlik birimlerinde görev almış bir Arap. Saddam Hüseyin rejiminin yakılmasından sonra, vicdanına göre hareket eden bir kişi. Daha sonraki yaşamında her zaman bu yaşananların, Enfal’in etkisinde kalmış, yaşananları vicdanı kaldırmamış bir kişi. Bunları 2003’den sonra, Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasından, Baas Partisi’nin kapatılmasından, el Muhaberat’ın, ordunun dağıtılmasından sonra anlatıyor…

Arif Qurbani, bu kişiyle 2004 yılında Kerkük’de uzun bir söyleşi yapmış. Bu söyleşi 2004’de, Kerkük’de Sorani Kürdçesiyle yayımlanmış. Bu söyleşiyi Roşan Lezgin 2007 yılında, Sorani Kürdçesi’nden Türkçe’ye çevirmiş. Söyleşi, "Umrean’dan Topzawa’ya" adıyla kitaplaştırılmış… Bu söyleşi, kitaplaştırılmadan önce 2007 yılında Peyamaazadi sitesinde de yayımlanmış. İşte Kürdlerin Referandum’u için, "meşru değildir" diyenler için, "Anayasa’ya aykırıdır" diyenler için, "hukuka, adalete aykırıdır" diyenler için, "Referandum istikrar getirmeyecek" diyenler için, Irak’ın birliği diye çırpınanlar için meşru olan bu Enfal’dir. Anayasaya uygun olan bu "Enfal"dir, hukuka, adalete uygun olan bu "Enfal"dir. Enfal’in Kur’an’ın bir suresi olduğu bilinmektedir. İslamın fethettiği yerlerde, gavurun malı mülkü, karısı, çocukları her şeyi helaldir… Saddam Hüseyin, Baas Partisi, Kürdleri gavur olarak değerlendirmektedir.

Bu arada Bağdad’daki bu Anayasa Mahkemesi için de bir hatırlatma yapmak gerekir. 2005 yılında yürürlüğe giren Irak Anayasası’nın 140 maddesi, Kürdistan’dan koparılmış Kerkük, Şengal, Xaneqin gibi alanlar için 2007 yılına kadar bir referandum yapılmasını istemektedir. Kürdler, bu referandum için, anayasanın bu amir hükmünün yerine getirilmesi için, bu mahkemeye bu güne kadar defalarca başvurmuştur. Mahkeme bu başvuruları ele almamıştır. Bazılarını sudan sebeplerle reddetmiştir. Bu Enfal’i meşru gören bir mahkemedir, Enfal’i anayasaya uygun bulan, hukuka, adalete uygun bulan bir mahkemedir. Kerkük’e Mart 2017'de, kamu binalarına Kürd Bayrağı asılması konusunda,, Referandum konusunda merkezi hükümetin yaptığı başvuruları ise kısa zamanda ele almış, "Referandum meşru değildir" demiştir. Anayasaya, hukuka, adalete aykırıdır kararı almıştır.

11 Mart 1970’de, Küürdistan Demokrat Partisi Genel Başkanı Mustafa Barzani ile Irak Devrim Komuta Konseyi Başkan Yardımcısı (Başbakan) Saddam Hüseyin arasında, Kürdistan’ın özerkliği anlaşması yapılmıştı. O anlaşmada da Kerkük üzerinde özel bir madde vardı. Kerkük’de iki yıl içinde sayım yapılacak, sayım sonucuna göre, Kerkük, merkezi hükümete veya Kürd bölgesine bağlanacaktı. Saddam Hüseyin o anlaşmanın hükümlerini de yerine getirmedi. Türkiye’de, İran’dan, Suriye’den, Sovyetler Birliği’nden aldığı güçle Kerkük’de sayım yapılmadı. 1974’de, Kürdlerle, Baas yönetimi arasında savaş tekrar başlamıştı.

1988 yılı yaz aylarında, Enfal’in bütün şiddetiyle sürdürüldüğü görülmektedir. Bu kitlesel cinayetler konusunda basına küçücük bir haber bile sızdırılmadı. Buna teşebbüs edenlerin anında sorgusuz sualsiz idam edildiği çok yakından bilinmektedir.

Halepçe’de Kürd Soykırımı

Çok önemli bir konu daha var. Halepçe’de Kürd soykırımı ne zaman gerçekleşmişti? 16 Mart 1988’de gerçekleşmişti. O günleri hatırlayalım. 16 Mart’ta, Halepçe ve çevresinde 6000’den fazla Kürd bir çırpıda zehirli gazlarla boğuldu. Bu insanlığa karşı işlenmiş suç konusunda, dünyanın hiçbir yerinde bir tepki gelişmedi. Ne Paris’de, ne Londra’da, ne Roma’da, ne Berlin’de, ne Washington’da, ne Moskova’da, hiçbir tepki, protesto olmadı. Çünkü herkes Saddam Hüseyin’i destekliyordu. Saddam Hüseyin "anti-emperyalist" bir mücadele yürütüyordu. Halepçe’de Kürd soykırımı 16 Mart 1988’de gerçekleşmişti. 18 Mart’ta, İslam Konferansı Kuveyt’te toplantı halindeydi. Ama İslam Konferansı’nda da insanlığa karşı işlenmiş bu büyük suç konusunda tek bir cümle kurulmadı. Saddam Hüseyin rejimi eleştirilmedi. İslam Konferansı’nın sonuç bildirgesinde, buna ilişkin bir cümle yer almadı. "İslam kardeşliği" böyle bir şey. “Ümmet kardeşliği" böyle bir şey. "Halkların kardeşliği" böyle bir şey…

Zehirli gazların etkisi elbette o günlerle sınırlı değil. Bu etki daha sonraki yaşamda da kendini gösteriyor. Bu soykırımdan sonra, bölgede hep sakat çocuklar doğdu. Bebeklerin bir kısmı bir iki gün, bir kısmı bir iki hafta, bir kısmı üç-beş gün, üç-beş yaş sonra ölüyordu. Sakat yaşayanların sayısı çok fazla. BM Dünya Sağlık Örgütü’nün rakamlarına göre, Halepçe’den sonra, günümüze kadar kayıpların sayısı 50 bini geçiyor…

Tel Aviv’de Protesto

Dünya’da, insanlığa karşı işlenmiş bu büyük suç konusunda, sadece Tel Aviv’de bir gösteri oldu. 17 Mart 1988'de, Yahudiler, Kürdler, Tel Aviv’de, Saddam Hüseyin rejiminin Kürdlere karşı gerçekleştirmiş olduğu bu soykırımı protesto eden, dünyaya duyuran büyük bir gösteri yaptı.

Burada bir parantez açarak bu Yahudilerin kökenleri hakkında biraz konuşmak gerekir. Bu Yahudiler, Kürdler kimlerdir? Babil kralı Nabukadnezar, İ.Ö. 722’de, Kenan diyarına, Filistin’e saldırdı. O zaman burada, Peygamber Süleyman tarafından kurulan bir Yahudi Devleti hüküm sürüyordu. Saldırı sırasında Yahudi Devleti ikiye bölündü. Babil kralı Nabukadnezar, Yahudilerin büyük bir kısmını, Babil taraflarına, Kürdistan taraflarına sürgün etti. Sürgün edilenler arasında, zanaatkar Yahudiler çoktu. İ.Ö. 586 yılında, bu sefer, Asur İmparatoru İkinci Sargon, Kenan diyarına, Filistin’e saldırdı. Yahudilerden bir kısmını, yine Babil ve Kürdistan taraflarına sürgün etti. Sürgün edilen Yahudiler arasında, yine, zanaatkar olanlar çoktu. Asırlar boyunca Kürdlerle beraber yaşayan Yahudiler, gerek etnik kimliklerini, gerek dinsel kimliklerini korudular. Ama Kürd yaşam biçimini benimsediler, Kürdler gibi yaşamaya, Kürdler gibi konuşmaya başladılar. Giyim kuşamları, konuşmaları Kürdler gibiydi.

Bu Yahudiler, Kürdistan’da, daha çok Barzan bölgesinde yaşıyordu. Barzan önceleri küçük bir bölgeydi. Daha sonra, Barzanlar etrafında bir konfederasyonun gelişmesiyle bölge genişledi. Yahudiler, bu bölgede Kürdlerle dostluk ilişkileri içinde yaşıyordu. Büyük ahlakçı Abdüsselam Barzani (ölümü 1902) 1870’lerde Kürdlere şöyle sesleniyordu: Dağlarda, ağaçları kesmeyin, hayvanları öldürmeyin, insan olun, dürüst olun, yalan söylemeyin, ırza geçmeyin … küçük kızlarınızı, zorla yaşlı Kürdlerle evlendirmeyin vs. Ahlakçı, din adamı, Şeyh Abdüsselam Barzani şunlara da özellikle vurgu yapıyordu: Kürdistan’da yaşayan ama Müslüman olmayan, Asuri-Süryani, Keldani, Ermeni, Ezidi Kürd gibi halklara ayrımcı muamele yapmayın… Ahlakçı Abdüsselem Barzani’nin bu görüşlerinin Kürdler arasında özellikle Barzanlar arasında çok etkili olduğu, kendisinden sonraki Barzan şeyhleri tarafından da dikkate alındığı bilinmektedir.

Bugün, soyadı Barzani olan Yahudiler de vardır. Bu, Barzan’da doğmuş anlamına gelmektedir. Barzani sözcüğü, her zaman Barzan aşiretinden, Barzani ailesinden olmayı değil, Barzan’da doğmuş olmayı anlatır. Barzan, her şeyden önce bir bölgenin adıdır.

Kürdistan’da yaşayan bu Yahudilerin büyük bir kısmı 1948’den sonra, İsrail’in kurulmasıyla, İsrail’e göç ettiler. Duygusal olarak Kürdistan’a bağlılıkları sürüyor. 1996-1999 yılları arasında İsrail Savunma Bakanı olan General İzak Mordehay, Kürdistan’dan göç etmiş olan bu Yahudi ailelerdendi. Sık sık Kürdlere, Kürdistan’a duygusal bağlılıklarını dile getirirdi. Ailesinden hala Kürdçe konuşanlar var Yahudilerin, Kürdistan’dan İsrail’e göçleri, 1960’lardan sonra, Irak’da, diktatörlüğün kurumlaşmaya başlamasından sonra, daha da gelişti. Bugün, Kürdistan’da, Şaklava, Barzan, Revandiz gibi alanlarda, Hewler’de, Hristiyanların toplu olarak yaşadıkları Ankawa semtinde, Yahudi aileler hala var…

Kürdistan’da yaşayan Yahudilerin kökenleri hakkındaki bu küçük bilgiden sonra konumuza devam edelim. Halepçe’de Kürd soykırımı 16 Mart 1988 meydana geldi? 1988 yaz aylarında ise, Enfal yoğun ve yaygın bir şekilde sürdü. 20 Ağustos 1988’den sonra, yani İran-Irak Savaşının sona ermesinden sonra, daha yoğunlaştı, yaygınlaştı. 200 binden fazla Kürd Enfal soykırımda yaşamın yitirdi. Burada temel soru şu olmalıdır: Dünya, 16 Mart 1988’de Halepçe’de gerçekleşen soykırıma sesini, yükseltseydi, Saddam Hüseyin rejimi 1988 yaz ayları boyunca soykırım operasyonlarını sürdürebilir miydi?

Büyük Britanya ve Fransa… 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, dönemin iki emperyal gücü, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünüp parçalanmasında, paylaşılmasında büyük rol oynadı. Bundan sonra, Kürdler, çok ağır zulümlerle karşılaştılar. Kürdlere, soykırıma varan operasyonlar yaşatıldı. Kişi olarak bu iki devletin, 1920’lerin, bu iki emperyal gücünün bundan pişmanlık duyduğunu düşünüyordum. Referandum süreci gösterdi ki bu iki devlet, Irak’ın birliği kutsaldır diyerek, Enfal’e, soykırıma uğrayan Kürdlerin kendi kendilerini yönetme istemine karşı çıkarak, Enfal’i, soykırımı görmezden bilmezden gelerek, bu süreçleri hiç sorun etmeyerek, Kürdlere, Kürdistan’a karşı yaptıklarında hiç de pişman görünmüyorlar. Uluslararası ilişkilerde, sürekli olarak dost-düşman yoktur, ulusal çıkar her zaman ön plandadır. Bu temel ilke elbette biliniyor. Ama, ulusal çıkarımı savunuyorum diye bu kadar gayrı ahlaki ilişkilere girmek, Kürd karşıtlığı yapıyorum diye bataklıklara dalmak, Enfal’i, soykırımı bile sorun yapmamak kabul edilemez. 16 Mart’ta, Halepçe’de işlenen bu insanlığa karşı suça karşı çıkmamak bu konuda sesini çıkarmamak tam da budur. Buysa, soykırımcı tutuma güç vermek demektir.

1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde Irak nasıl kuruldu? Birinci Dünya Savaşından sonra, savaşın galip devletleri Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın, savaştan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin Mezopotamya’daki topraklarını nasıl paylaştıklarına bakmak gerekir. Büyük Britanya’nın elinde, Bağdat vilayeti, bir de Basra vilayeti vardı. Büyük Britanya buna bir de Musul vilayetini ekleyerek Irak’ı kurdu. Musul vilayetini neden ekledi? Çünkü Musul’da, Kerkük’de petrol çıkmıştı. Bu kadar büyük çöle bir de bahçe gerekiyordu.

Ama Kürdler, bunu hiçbir zaman kabul etmediler. "Ben Kürdistan kralıyım, beni Kürdistan kralı olarak tanı" diyen Şeyh Mahmud Berzenci’nin ömrü hep İngilizlerle savaşarak geçti. Irak, Kürd halkının rızasıyla Araplarla bir arada tutulan bir devlet değil, ordunun zulmüyle, savaş uçaklarının bombardımanlarıyla bir arada tutulan bir devlet. Yaşar Abdüsselamoğlu hocamızın dediği gibi burada, savaş uçaklarının işlevi çok önemlidir…

Batı’yı Batı Yapan Değerler

Batı’yı Batı yapan değerler vardır. Bunlar, evrensel değerleridir. Özgürlük, eşitlik, ifade özgürlüğü, ulusların kendi geleceklerini tayin etme hakkı… bu evrensel değerlerdendir. Ama, Irak’ın birliği diyerek, bu evrensel değerleri savunamazsınız. Çünkü, Irak’n birliği demek, otoriter, ırkçı, mezhepçi soykırımcı rejimlerin yanında durmak, onlara güç vermek demektir. Bu, Batı’yı Batı yapan değerleri çürütür. Enfal’i, soykırımı sorun yapmamak, ahlakı yerle bir eden bir tutumdur. Ama Batı’yı Batı yapan bu evrensel değerlerin ayakta kalması, dinamik bir şekilde işlemesi çok önemlidir. Avrupa Birliği de bu iki devletin peşinden gitmekte, Kürdlere, "Irak’ın birliğini savun, Referandum’u ertele, iptal et…" demektedir. Başkan Mesut Barzani, Batıların, Batı’yı Batı yapan bu evrensel değerlere karşı duyarsızlığını, "demokrasiniz nerede, ifade özgürlüğü nerede?" diye sorgulamaktadır.

Burada şunu hatırlatmak gerekir. Avrupa Birliği, her yıl Andrey Saharov adına, özgürlük ödülleri, ifade özgürlüğü ödülleri vermektedir. 1975 Nobel Barış Ödülü sahibi Andrey Saharov, (1921-1988) Kürdlere yaşatılan acıları yüreğinde hissetmiş bir kişiydi. Kürd/Kürdistan sorunun Birleşmiş Milletlere götürmek isteyen bir fizik bilginiydi. Bu projesi gerçekleştiremedi, erken vefat etti. Yelena Bonner (1923-2011) bunu birçok defa anlattı. Avrupa Birliği ise, İngiltere’nin, Fransa’nın ulusal çıkarlarını savunuyorum diye, ahlakı bile yerle bir etmektedir. Bu bakımdan Andrey Saharov adına özgürlük ödülleri, ifade özgürlüğü ödülleri vermeye ehil değildir.

Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdlere/Kürdistan’a karşı işlediği suçlar artık etraflı bir şekilde bilinmektedir. Kürdleri soluksuz bırakmak, boğmak için, Irak, İran, Türkiye, Suriye gibi devletlerle onlarca anlaşma imzaladıkları bilinmektedir. Bunlara sınır güvenliği anlaşması deniyor. Bugünkü Kürd nesilleri, Kürd akademisyenler, bunları, bilimin, siyasetin kavramlarıyla anlatacaklardır. Ama Kürdleren de önce, Batı’yı Batı yapan evrensel değerleri savunan Avrupalılar, akademisyenler, kendi devletlerinden, kendi hükümetlerinden muhakkak soracaklardır. 16 Mart 1988’de, Saddam Hüseyin’in, Kürdlere karşı işlediği insanlık suçu konusunda sesinizi çıkarsaydınız, 1988’de, bütün yaz boyunca, Kürdlere karşı işlenen bu Enfal kitlesel katliamları işlenir miydi? Saddam Hüseyin, kendisinde bu cesareti bulabilir miydi? Enfal soykırımında 200 binden fazla Kürd yok edilebilir miydi? Bu sorgulama, Batı’yı Batı yapan bu evrensel değerleri savunan Batılılar tarafından muhakkak yapılacaktır.

Ambargo Tehditleri…

Referandum gerçekleşti. Yüksek bir katılım, yüksek bir evet oyu söz konusu. Tehditler de başladı. Sınırları kapatırız, gümrük kapılarını kapatırız, hava sahasını kapatırız… Yiyecek ekmek bile bulamayacaksınız, aç kalacaksınız… Kürd halkının kendi kendini yönetme isteği, halkın eğilimlerini ölçme isteği böyle tehditlerle karşılaşıyor. Kimlerden geliyor bu tehditler, Başta Kürdistan’ın komşuları Müslüman ülkelerden, İslam ülkelerinden… İslam kardeşliği budur. Ümmet kardeşliği budur Halkların kardeşliği budur. Halbuki, örneğin, Filistin’de bir kişinin burnu kanasa, Türkiye’nin nasıl tepki gösterdiği, İsrail’i eleştirdiği, suçladığı biliniyor. Halbuki, İsrail’de, 1948’den beri, yani İsrail kurulduğundan beri Arapça, İbranice yanında ikinci resmi dildir. Filistinli Araplar, ana okulundan üniversiteye kadar Arap diliyle eğitim görürler.

Diyelim ki tehditler, ambargolar gerçekleşti. Bundan endişe duymamak gerekir. Kürdistan’da toprak da var, su da var. Suyun ve toprağı olduğu her yerde hayat vardır. Hayat böyle alanlarda gelişir. Kürdler, ekmeklerini de etlerini de üretme becerisine sahiptir. Bu konularda, özgürlükten daha değerli bir kategori yoktur. Milli bayramlarda, Türk yöneticiler de özgürlüğün değerini vurgulamıyorlar mı? Diyeceksiniz ki, bunu Türkler için vurguluyorlar… Ama özgürlük, eşitlik gibi değerler evrensel değerlerdir, herkes içindir. Bütün insanlar içindir…

Bu arada, Çetin Çeko’nun, Hasan Cemal’in, Taner Akçam’ın, Doğu Ergil’in, hükümete, ambargo hatırlatmaları da çok yerindedir…

Ambargodan korkmamak gerekir. Hatta bu ambargonun, orta vadede, uzun vadede, olumlu etkilerinden bile söz etmek mümkündür. Şimdiye kadar, hiçbir zaman "Kürdistan, Kürdistan" diye gösteri yapmamış olan, ama her zaman "maaş maaş…" diye gösteri yapan, "maaş maaş…" çığlıklarıyla hükümeti devirmeye kalkışan Kürdler zorunlu olarak üretime yöneleceklerdir. Geleceklerini, geçinmelerini, maaşla değil, çalışarak, emekleriyle kazanmaya bakacaklardır. "Maaş maaş…" sloganlarıyla ne zaman gösteriler, hükümeti yıkma teşebbüsler olmuştu? IŞİD’in Kürdistan’a saldırması sırasında, savaş harcamalarının arttığı bir sırada, yüzbinlerce Kürdün, Arabın, Kürdistan’a mülteci olarak sığındığı bir sırada… Kürdler bu zaaflarından arınmalıdır, 1940’ların sonlarında Kenya’da gelişen Mau Mau Hareketi’nin bilincine varmalıdır. Dubai’ye, Araplara değil, yaşamlarını emekleriyle kazanarak, İsrail’e benzemeye çalışmalıdır. Kürdler, 1947-1971 arasında gelişen Bengal Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ni çok ayrıntılı bir şekilde incelemelidir, bu mücadelenin bilincine varmalıdır. Özelikle PKK’nin, Halkların Demokrasi Partisi’nin, bunu yapmasında büyük yarar vardır.

Yeni Kurulan Devletler…

1991’de Sovyetler Birliği dağıldı. 15 yeni devlet ortaya çıktı. Sovyetler Birliği’nin dağılması, yeni 15 devletin kurulması, dünyada çok doğal karşılandı. Aynı dönemde, Yugoslavya dağıldı. Buradan yedi yeni devlet çıktı. Dünya bunu da çok doğal karşıladı. Aynı dönemde, Çekoslovakya, kendi içinde, Çekya-Slovakya diye ikiye bölündü.

1993’de, Etiopya’ya karşı sürdürdüğü mücadele sonunda Eritre bağımsızlığa kavuştu. 2002 yılında, Endonezya’ya karşı sürdürdüğü mücadele sonunda Doğu Timor bağımsızlık kazandı. 2011 yılında bir referandum sonunda Güney Sudan Sudan’dan ayrıldı. Filistin Arap Devleti’nin, gözlemci statüsü Birleşmiş Milletler’de kabul edildi… Bütün bunlar, dünyada çok doğal karşılanıyor… Ama, Kürdler’in kendi geleceklerini belirleme konusunda Referandum yapmaları sadece Yakındoğu’da, Ortadoğu’da değil, dünyada sarsıntı yarattı. kurdistan-post eu sitesinde, Hejarê Şamil, Dursun Ali Küçük, Nurettin Yıldırım, Mehmet Kobal gibi yazarlar bu sarsıntıyı analiz ediyorlar. Aslında, bugün, Irak diye bir devlet olmadığı halde, hala bu suni devleti ayakta tutma çabaları, 1920’lerde, Miletler cemiyeti döneminde kurulan uluslararası anti-Kürd nizamın, hala canlı olduğunu göstermektedir.

ABD Hakkında

Referandum sürecinde, ABD de "Irak’ın birliği" diyen devletlerden olmuştur. ABD, Referandum’un, yüksek bir katılımla, yüksek bir evet oyuyla sonuçlanmasından sonra, Kürd yönetimini kutlayacağı yerde, "sözümü dinlemediniz" diye üzüntülerini bildirmiştir. ABD hala Irak’a yatırım yapmaktadır. Irak’a yatırım ise, Haşdi Şabi’ye, yatırım yapmak, İran’a yatırım yapmak anlamına gelmektedir.

Halbuki, ABD’nin bugün, İran’ı Yakındoğu’da, Ortadoğu’da sınırlamak diye bir politikası da vardır. Ve hala Irak’a yatırım yapmak bu politika ile çelişmektedir. Çünkü, bugün, Irak hükümeti de tam anlamıyla, İran’ın denetimi ve yönlendirmesi altındadır. Bugün, Kürdlere karşı en saldırgan grup Haşdi Şabi’dir. Tabanı Şii Arap olan Haşdi Şabi, İran tarafından kurulmuştur, İran tarafından yönlendirilmektedir.

ABD’nin Irak’tan çekildiği 2011 yılını ve daha öncesini hatırlayalım. ABD Irak ordusuna milyarlarca liralık yatırım yapmıştı. Silah araç gereçleri, silah depoları hep Musul’daydı. Irak ordusunun ikinci büyük karargahı da Musul’daydı. Haziran 2014 de nu oldu? Irak ordusu, 1000-1500 kişilik IŞİD karşında, ona hiç kurşun atmadan Musul’dan çekildi. Irak ordusunun orada en az 60 bin askeri vardı Bütün silah araç-gereçleri, tanklar, toplar, zırhlılar, silah ve personel taşıyıcı araçlar… IŞİD’in eline geçti. IŞİD ele geçirdiği bu modern silahlarla Şengal’e saldırdı. Ezidi soykırımı gerçekleşti.

ABD kime yatırım yaptı, o yatırım kimin eline geçti, kime karşı kullanıldı? ABD Irak’a yatırım politikasını, Haşdi Şabi’yi ayakta tutma politikasını gözden geçirmelidir.

Kürd Toplumu, Çağdaş Toplum

Bu yazının girişinde, Kürdlerin Kendi Geleceklerin Tayin Hakkı konusunda devletlerin Kürdlere vermek istediği mesaj konusunda bir değerlendirme yapılmıştır. "Siz ilkelsiniz, çağdışısınız…" vs. devletlerin Kürdlere vermek istediği mesajdaki Kürd toplumu elbette gerçeği yansıtan Kürd toplumu değildir. Devletler, Kürdleri/Kürdistan’ı böyle algılamaktadır. Daha doğrusu böyle algılamak istemektedir. Kürd toplumu, bugün çağdaş bir toplumdur. Geçmişte de çağdaştı.

Kürdler, İslamı, İslam olarak tebliğ eden tek millettir, Nakşibend Kürdler, 19. Yüzyılda, İslam’ı, Arakan’a, Rohingya’ya, Malezya’ya, Endonezya’ya kadar İslam olarak tebliğ ettiler. Araplar, Farslar ve Türkler ise, İslam’ı hep ulusal çıkarları doğrultusunda kullandılar. Örneğin, Saddam Hüseyin, Kürdlere karşı geliştirdiği soykırıma bile, Kur’an’dan bir süreninin adını verdi. Kürdlerin iyi niyetli tutumunu her zaman istismar etti. Kürdleri İslam kardeşliği, ümmet kardeşliği masallarıyla kandırdı. Doğu Bengal halkı, 1947’den sonra, 1950’lerde, Bengal Dil Hareketi sürecinde, Batı Pakistan yönetiminden dil haklarını istediği zaman, Pakistan, "İslam kardeşiyiz", "Ümmet kardeşiyiz", diyerek "Sizin talebiniz İslam’a aykırıdır" demişti. Doğu Bengal halkı, "Biz kardeş değiliz, siz ülkemizi işgal ettiniz, dilimizi yasakladınız, bizi asimile etmeye çalışıyorsunuz, kardeşliğe aykırı olan budur" diyerek kardeşliği kabul etmemişlerdi.

1947 Bangal Ulusal Kurtuluş Hareketi, Bengal Dil Hareketi, Kürdlere de yol göstermelidir. Bask’ı incelemek, İngiltere-İra ilişkilerinin incelemek de elbette önemlidir. Ama Kürdlere, esas yol gösterecek olan Doğu Bengal Ulusal Kurtuluş Mücadelesidir. Bengal Dil Hareketidir.

Na xebere 3231 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.