1980’lere kadar, sanayi, daha çok İstanbul, Kocaeli, İzmir, Adana gibi yörelerde gelişiyordu. Günümüzde sanayi artık, Orta Anadolu, Karadeniz gibi yörelerde de gelişiyor. Sınai-ticari gelişmeleri Doğu’da izlemek de mümkündür.
TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği) kısaca, İstanbul yöresinde öbeklenen sanayicilerin örgütüydü. Resmi görüşün yanında duran, resmi görüşü kollamaya çalışan bir örgüt. Taşrada gelişmeye başlayan sanayi, MUSİAD (Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği), ASİAD (Akdeniz İş Adamları ve Sanayicileri Derneği), ÇORUMSİAD (Çorum İş Adamları ve Sanayicileri Derneği), OKASİAD (Orta Karadeniz İş Adamları ve Sanayicileri Derneği), DOSİAD (Doğu Anadolu İş Adamları ve Sanayicileri Derneği), OSİAD (Ostim İş Adamları ve Sanayicileri Derneği), TÜMSİAD (Tüm Sanayici ve İş Adamları Derneği) gibi örgütlenmeler meydana getiriyor. Bu gelişmeler Anadolu Kaplanları olarak da algılanıyor. Buralarda üretilen malların ihraç edildiği, ihracatın yıldan yıla arttığı da gözlenmektedir. Bu süreç, taşradaki sanayici ve iş adamlarını uluslararası sermaye ile bütünleştirmektedir. İhracatın çok önemli bir kısmı Avrupa’ya yapılmaktadır.
Taşradaki sanayiciler ve iş adamları genellikle muhafazakar olarak bilinmektedir. Sanayinin gelişmesi, ihracatın ve ithalatın gelişmesi bu muhafazakar ortamda Avrupa Birliği, demokrasi, insan hakları, özgürlükler bazı değerlerin filizlenmesini de sağlamaktadır.
Ekonomik ilişkilerin Avrupa ülkeleriyle, ABD, Kanada gibi ülkelerle gelişmesi kaçınılmazdır. Çeşitli Avrupa devletlerinde, batılı devletlerin çoğunda, fert başına düşen milli gelir fazladır. Bu devletlerde, fert başına düşen milli gelir 50 bin-60 bin dolar civarındadır. Böyle olunca, bu ülkeler, bu ülkelerin halkları ürettiğiniz ürünlere alıcı olabilir. Asya ülkelerinde, Ortadoğu ülkelerinde, Avrasya ülkelerindeyse fert başına düşen milli gelir çok düşüktür. 5 bin-6 bin dolar civarındadır. Bu durum, sizin ürettiğiniz mallara alıcı olmalarını engellemektedir. Bunun yanında ithal etiğiniz malları da ancak bu ülkelerden sağlayabilirsiniz.
Çünkü ihtiyaç duyduğunuz mallar, makinalar, makina üreten makinalar ancak buralarda üretilebilmektedir. Ortadoğu, Asya, Avrasya ülkelerinden, ihtiyaç duyduğunuz malları, makinaları ithal etmeniz mümkün değildir. O ülkelerin bir kısmından ancak, sanayinin temel girdileri olan petrol, doğal gaz gibi ürünleri, sanayinin bazı temel ham maddelerini ithal edebilirsiniz.
Batı dünyası ülkeleriyle ticaretin oturmuş kuralları vardır. Borcunuzu alacağınızı bilirsiniz. Alacağınızın zamanında ödeneceğini bilirsiniz. O bilgi üzerinden geleceğe dönük planlar, projeler yapabilirsiniz. Ortadoğu ülkeleriyle, Asya ülkeleriyle, Avrasya ülkeleriyle ticarette bu kadar oturmuş kurallar yoktur. Anlaşmada belirtilen süre içinde alacaklarınız size ödenmeyebilir. Bu koşullarda geleceğe dönük planlar yapmanız, yapmışsanız yaşama geçirmeniz mümkün olmayabilir.
Uluslararası ticareti geliştiren, rekabeti geliştiren bir unsur da kaliteli mal üretmektir. Avrupa ülkeleriyle, Avrupa Birliği ülkeleriyle ticareti geliştiren önemli bir unsur da budur.
Turizm, ekonomik ilişkilerin önemli bir boyutudur. Türkiye’ye gelen, Türkiye’de konaklayan turistler, dünyanın hangi ülkelerinden, hangi yörelerinden gelmektedir? Turistler daha çok Avrupa ülkelerinden gelmektedir. Bu da doğaldır. Buralarda fert başına düşen milli gelir yüksek olduğu için, insanların, ailelerin seyahate ayıracak paraları da vardır. Asya ülkelerinde, Ortadoğu ülkelerinde, Avrasya’da insanların, ailelerin bu olanakları çok sınırlıdır. Bütün bunlardan dolayı muhafazakâr görüşlü kesimin ihracat ithalat ilişkilerini, ekonomik ilişkilerini Avrupa ile Batı dünyası ile yürütmesi daha büyük bir olasılıktır.
Muhafazakâr kesimin sermaye birikimi, Avrupa ile gelişen ekonomik ilişkiler, onları Avrupa’nın bazı değerleriyle de buluşturmaktadır. İnsan hakları, özgürlükler, demokrasi anlayışı bu süreçte muhafazakâr kesimlerde de yankısını bulabilmektedir. Bu süreç toplumda doğal bir özgürleşme yaşanmasını da getirmektedir. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin özgürlüklerinin genişletilmesine ilişkin planlarının, girişimlerinin temelinde böyle bir süreç vardır.
Bu sürecin Adalet ve Kalkınma Partisinde, hükümette pürüzsüz bir şekilde yürüdüğü düşünülemez. Parti içinde hatta hükümette özgürlüklerin genişletilmesine karşı olan, resmi ideolojinin değerleriyle daha kolay buluşabilen bir kesim de vardır. Kürt açılımı, demokratik açılım, bu kesim tarafından engellenmeye çalışılmaktadır. Resmi görüşe yakın, Kürt değerlerine uzak anlayışta olanlar Kürt sermayedarlar arasında da vardır. Ama buna karşı yine Adalet ve Kalkınma Partisi içinde, hükümet içinde özgürlüklere daha sağlıklı yaklaşan ana akım da vardır. Buna rağmen Avrupa birliği ülkeleriyle ihracatın artması, ekonomik ilişkilerin gelişmesi, özgürlüklerin daha sağlıklı bir şekilde gelişmesini getirebilir.
Bütün bu ilişkileri, hükümetin anayasa değişiklikleri projesinde, bu değişiklikler etrafında gelişen tartışmalarda izlemek mümkündür. Günümüze kadar Türk siyasetinde halk tarafından seçilmiş kurumların ciddi bir ağırlığı yoktur. Siyasal partilerin, hükümetin, TBMM’nin, güdülen siyasetin saptanmasında ciddi bir ağırlığı yoktur. Güdülen siyaseti saptamak, tayinle gelen kurumların yetkisi dahilindeydi. Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunu, Alevi sorunu gibi temel sorunlarda güdülen siyaset bu çerçevede saptanıyordu. Anayasa Mahkemesi’nin, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi kurumların, TBMM’nin, hükümetin tasarruflarını denetler bir yapısı vardır. Bugünkü hükümet ise tayin edilmişlerin değil, halkın, halk tarafından seçilenlerin daha çok egemen olacağı bir düzen öngörmekte, bunu yaşama geçirmek için bazı anayasa değişiklikleri düşünmektedir. 12 Eylülcülere yargı yolunun açılması, darbeci askerlerin yargılanmasının önünün açılması, siyasal partilerin kapatılmasında TBMM’nin daha çok söz sahibi olması, kamu denetçiliği, memura toplu sözleşme hakkının sağlanması, düşünülen değişiklikler arasındadır. Bu amacı gerçekleştirmek için Anayasa Mahkemes’inin işleyişinde, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısında bazı değişiklikler düşünülmektedir.
Bu konuda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, hükümetin kafasının biraz karışık olduğu da görülmektedir. Yüzde 10 seçim barajının korunması konusundaki çabaları, bu niyetine ve düşüncesine terstir. Ayrıca Kürt açılımının güçlenmesine yol verecek bir değişiklik önerisi olmaması, eleştirilmesi gereken bir konudur. Kürtlere karşı şiddetin geliştirilmesi yine bu düşüncelerle ve niyetlerle çelişen bir durum ortaya koyuyor. 12 Nisan 2010 günü Samsun’da Ahmet Türk’e yumruk atılması, bu olayı protesto edenlere karşı şiddetin tırmandırılması, örneğin Hakkari’de, annesinin gözleri önünde polisin 14 yaşında bir çocuğu öldüresiye dövmesi yine öyle. Çocuğun babasının KCK operasyonu çerçevesinde tutuklanan eski bir belediye başkanı olmasını da belirtmek gerekir. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, Başbakan Yardımcısı’nın, İçişleri Bakanı’nın bu olayları hemen protesto etmesi, Ahmet Türk’ü hastanede ziyaret etmeleri, şiddet uygulayan polislerin açığa alınmasını, gerginlikleri yumuşatıcı bir tutum olmuştur.
Bütün bunlara rağmen anayasa değişikliklerinin bir bütün olarak desteklenmesi gerekir. 9 Kasım 2005’te Şemdinli’deki Barış Kitabevi’ne bomba atma olayını soruşturan ve bu konuda iddianame hazırlayan savcının görevine son verilmesi, meslekten uzaklaştırılması, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun bir işlemiydi. Bu, adalet anlayışıyla bağdaşmayan, meşruluğu olmayan bir işlemdi. Düşünülen değişiklikler, yüksek yargıda görülen bu tür keyfiliklerin önüne geçiyor.
9 Aralık 2009 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir kararla Demokratik Toplum Partisi kapatıldı. Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan bu kaçıncı parti? Değişiklik önerilerinde, siyasal partilerin kapatılmasında TBMM’nin onayı aranıyor.
Anayasa Mahkemesi iki ay kadar önce askerlere adli yargı yolunu açan bir düzenlemeyi de iptal etmişti. Anayasa değişiklikleri arasında, askerlere adli yargı yolunu açan düzenlemeler de var. Barış ve Demokrasi Partisi anayasa değişikliklerine, Kürt sorununun çözümüne ilişkin öneriler yok diye destek vermeyeceğini belirtmektedir. Bu doğru bir tutum değildir. Bu değişiklik önerilerine karşı durmak, Barış ve Demokrasi Partisi’ni yüksek yargının bugünkü antidemokratik yapısını destekler bir konuma itmektedir. Halbuki bugünkü bu yapılardan en çok zarar görenler Kürtlerdir.
16.04.2010