zazaki.net
16 Nîsane 2024 Sêşeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
17 Hezîrane 2011 Îne 10:59

Yeniden Dersim Sözlü Tarih Projesi Üzeine

Munzur Çem

Proje Yöneticileri Arasında Karşılıklı Suçlamalar

Prof. Dr. Taner Akçam’ın Sözlü Dersim Projesi’nde partner olarak seçtiği Avrupa Dersim Dernekler Federasyonu’nu (FDG) suçlayan bir açıklama yaparak projeyi durdurduklarını duyurmasından sonra Dersimle ilgili Bir Projenin Başına Gelenler” başlığını taşıyan bir yazı ile görüşlerimi kamuoyuna duyurmuştum. Bir kaç gün sonra Mehmet Gülmez, “Munzur Çem ve Allahını Seven Vursun Kampanyası” başlığı altında, beni de eleştiren bir yazı yazdı.

Gülmez’in yazısı şu cümlelerle başlıyor:

“Dersim 38 Sözlü Tarih projesi konusunda iki art niyetli kişinin yaptığı asılsız iftira, bazı çevrelerde ‘Allah için vurun’ kampanyasına döndü.

Bu çevreler yeminli Dersim düşmanları olduğundan, FDG gibi ciddi bir Dersim kurumunu linç etme kampanyasına karnaval coşkusu sevinci ile katılmaktadırlar. 

Avrupa Dersim Federasyonu kurulduğundan beri, bu çevrelerin hedefi oldu. Karalama ve saldırma da, tehdit etme de tereddütsüz düşmanca davrandılar...”

Bir kere “Dersim 38 Sözlü Tarih projesi konusunda açıklama yapan kişiler için “art niyetli kişiler” sözlerini kullanmak, onları “iftiracı” diye nitelendirmek kimsenin ciddiye alacağı bir iddia değil. Gülmez dostumuz, yazısında FDG’ye yönelik “Karalama ve saldırma”lardan bahsediyor ama kendisi de başkalarıyla ilgili aynı şeyi yapıyor. Unutmayalım ki burada bahsi geçen kişiler, söz konusu projenin en üst düzey iki yönlendiricisidir. Taner Akçam, böyle bir projeyi düşünen, gerçekleşmesi için girişimlerde bulunan, olanak araştıran ve sonuçta da sağlayan kişi ya da kişilerden biridir. Üstelik Prof. Dr. Akçam, bu işte birlikte çalışma yapacak partner olarak da “Dersim Dernekler Federasyonu”nu seçmiş. Dicle Akar bakımından da durum bundan farklı sayılmaz.

Özetle ne diyor projenin en üst düzey iki yöneticisi?

1.Projeye ait parayı bankadan çekmekle görevli Federasyon yöneticisi, usule aykırı olarak iki imza ile çekilmesi gereken parayı tek imza ile çekmiş ve tüm ısrarlara rağmen hesap vermeye yanaşmamış.

2.Proje çalışmaları çerçevesinde yapılan kayıtlar, aralarındaki anlaşmaya aykırı olarak kendilerine verilmemiş ve proje çalışmaları da bu iki nedenle durmuş.

Üstelik Dicle Akar, açıklamasına bir de belge eklemiş. Belgede, paranın tek imza ile çekildiği açık şekilde gözüküyor.

Görüldüğü gibi Gülmez’in “art niyetli” ve “iftiracı” diye itham ettiği proje yönlendiricileri soyut suçlamalarda bulunmuyor, çok somut şeyler söylüyor ve kanıt gösteriyorlar.

Federasyon yöneticileri de eğer söylenenlerin doğru olmadığı görüşünde iseler, bunu somut kanıtlarla ortaya koymaları gerekir. Örneğin, Dicle Akar’ın açıklamasına eklediği belgede, Yaşar Kaya’nın tek imza ile para çektiği açıkça görülüyor. Bu belge sahte midir? Değilse, FDG yönetimi bunu nasıl açıklıyor, onu netliğe kavuşturması gerekir.

Sanıyorum karşı karşıya olduğumuz olay basit bir şey olmadığı FDG yöneticilerine bir kez daha hatırlatmamız gerekiyor. Burada olan ne biliyor musunuz? Dersim soykırımının canlı tanıkları tarafından anlatılanların, bu işte uzmanlaşmış çok ciddi bir kuruluş tarafından arşivlenmesi ve böylece kalıcı hale getirilmesi gibi önemli bir olanak heder edilmiş durumdadır. FDG yöneticileri, bunun ne demek olduğunun bilincindeler mi acaba? Onlar ya da başkaları; kim olursa olsun bu işin sorumlularının kamuoyuna vermeleri gereken bir hesap yok mu? Projede fiili olarak çalışıp çalışmamak fark etmez; hepimiz bu işte tarafız ve gerçeğin açığa çıkmasını bekliyoruz.

Somut iddialara somut bilgi ve belgelerle açıklık getirmek yerine, Gülmez’in yazısında yapıldığı gibi oraya-buraya saldırmak, hayali düşmanlar aramak bir işe yaramaz, kimsenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.

Önceki yazımda da yazdım; bence bu konuda Taner Akçam ile Dicle Akar’a yöneltilmesi gereken asıl eleştiri, böyle bir projenin gerçekleşmesi için çalışmaya başlarken, konuyla ilgisi bulunan farklı çevrelerle diyalog kurabilecek ve her hangi bir yere bağımlı olmayan bir oluşum (örneğin bir komite veya inisiyatif) yerine Avrupa Dersim Dernekler Federasyonu’nu tek partner olarak seçmeleri ve katkı sağlayabilecek başka çevrelerle ilişki kurmaktan kaçınmalarıdır.

Yine söz konusu yazımda belirttiğim gibi, FDG böyle bir projeyi başarıyla sonuçlandırabilecek bilgi birikimine ve olgunluk düzeyine sahip değil. İdeolojik saplantıları var, güçlü bir anti-Kürt eğilim taşıyor. Bu gibi özellikleri nedeniyle de daha baştan itibaren “Dersim Sözlü Tarih Projesi”ni sakat doğmuş bir çocuk olarak görmüştüm. Ancak ne kadarı yapılırsa kârdır anlayışı ile hareket ettiğimden, müdahale anlamına gelebilecek her hangi bir davranıştan da kaçındım.

Bu çalışma sırasında, FDG birçok kitle toplantısı düzenledi. Ne var ki proje sözcüleri, özellikle de bu çorbada hiç tuzu olmayan Federasyon Başkanı, tarihi kendileri ile başlatmak gibi bir hastalığa esir düşmekten kurtulamadılar. Bu çevreler ısrarla, dil, kültür, tarih ve mücadele alanlarında Dersim ile ilgili yapılmış önemli çalışmaları görmezlikten geldiler, onları inkâr ettiler. Projenin asıl yaratıcısı ve genel koordinatörü Taner Akçam iken Federasyon Başkanı, katıldığı bir televizyon programında onu bile “kendi çalışanlarından biri” olarak lanse edecek kadar centilmenlik! örneği sergilemekten geri kalmadı.

Peki, Federasyon yöneticileri özellikle de Mehmet Gülmez, Kürt örgütleri ile araştırmacıların 1938 jenosidi ile ilgili yaptıkları çalışmalarından habersiz miydiler? Gülmez, KOMKAR saflarında iken defalarca kendisi ile böyle bir arşivleme çalışmasının öneminden bahsettiğimi unutmuş olabilir mi? Buna “evet” diyemeyeceğimize göre şu sorulara yanıt vermek en başta onlara düşüyor.

FDG, yöneticileri olarak neden projeye katkı sağlayabilecek çevrelerle diyalog kurmaktan ısrarla kaçındılar ve haberdar oldukları kimi önemli ürünleri bile böyle bir proje kapsamında değerlendirme gereği duymadılar?

Bence bu durumu iki ana nedene dayalı olarak açıklayabiliriz:

1)     Federasyon yönetiminin Kürt alerjisi ki bu alerji onu her ne şekilde olursa olsun Kürtler diyalog kurmaktan alıkoyuyor.

2)     Yapılacakları kendi tekelinde tutma ve gerektiğinde serbestçe at oynatma istemi.

Şimdi bir de yine Mehmet Gülmez’e ait şu satırlara bakalım:

“Sayın Munzur Çem epeydir tanıdığım, yaşı 70 civarında olan bir hemşerimizdir. Geçenlerde bir sitede konu ile ilgili yazısını okuyunca doğrusu şaşkına döndüm.

Bu hemşerimin internet sansarlarının iddiaları ile aynı söylemlerle Dersim 38 proje çalışmalarını suçlamasını maalesef kendisine hiç yakıştıramadım ve üzüldüm.

İnternet sansar takımının yöntemlerinin aksine, Sayın Çem’in yapması gereken şu olmalıydı.

FDG’den ve proje komitesinden bilgi aldıktan sonra, vicdani bir yazı ile taraflara eleştirilerini ve önerilerini kamuoyu ile paylaşmak olmalıydı. O zaman saldırı kampanyasını sürdüren sanalcılardan farklı algılanırdı. Hele Hüseyin Aygün’ü yıpratma amaçlı internet kampanyasından Munzur Çem gibi bir insanın midesinin bulanması gerekirdi.”

Hani bir söz var; deveye “Boynun neden eğri?” diye sormuşlar, o da “Nerem doğru ki boynum eğri olmasın?” diye karşılık vermiş. Mehmet’in bu satırları bu sözü hatırlattı bana.

Bir kere benim, Mehmet’in sözleri ile “Dersim 38 proje çalışmalarını suçlama“ diye bir tutumum yok. Tersine ben, yapılan işin öneminin bilincinde olan biri olarak eksikliklerine rağmen projeyi hep önemsedim ve gerçekleşmesini istedim. Mehmet’in bahsettiği yazım, kaynak olarak Taner Akçam’ın açıklamasına dayanıyor, onun ortaya koyduğu çerçeveyi esas alıyor. Ama yazıyı kaleme alırken, bir kaç noktada Federasyon ile ilgili görüşlerimi açıklamaktan da geri kalmadım. Kısacası ben çalışmaları değil, tam tersine çalışmaların sekteye uğratılması ve projenin başarısız kılınmasını eleştiriyorum.

Kimseyi herhangi bir konuda ikna etmek gibi bir derdim yok ama yeri gelmişken şunu da söyleyeyim; o yazıyı kaleme aldığım zaman Akçam’ın bahsi geçen açıklamasından başka konuya ilişkin bir tek yazı okumuş değildim. Beni tanıyanlar bilirler; internet ile televizyon barışık olduğum şeyler değiller, ender olarak bakarım. Bu bakımdan,  M. Gülmez’in benim söylediklerim ile “internet simsarları” dediği çevrelerin yazdıkları arasında bağ kurmaya kalkışması tümüyle keyfi bir tutumdur. Ben kendi düşündüklerimi yazıyorum, başkalarının ne dedikleri bu çerçevede beni ilgilendirmiyor. Üstelik yazımda ne küfür, ne başka türden hakaret, ne de iftira niteliğinde şeyler var.

Beri taraftan Mehmet, “FDG’den ve proje komitesinden bilgi aldıktan sonra“ böyle bir yazı yazmamın doğru olacağını söylemesi de pek gerçekçi sayılmaz. Olmazdı demiyorum, olabilirdi ama zorunlu hatta gerekli değildi. Kaldı ki FDG yöneticileri, günün birinde somut bilgilerle haklı olduklarını ortaya koyarlarsa, bunu yazmaktan çekinmem.

Peki, tersini yapsaydım FDG yönetimi ile normal bir diyalog kurabilir miydim acaba? Hiç sanmıyorum. Sanmıyorum, çünkü FDG, ortaya çıktığından beri bana ambargo uyguluyor. Örneğin, bu güne kadar tek bir etkinliklerine davet edilmiş değilim. 40 yıla yakındır Dersim ve Dersimliler üzerine çalışmalar yapmama rağmen, üzerinde konuştuğumuz projeye başladıklarında bile benimle en sıradan bir diyalog kurmak akıllarına gelmedi. Kitleye açık kimi toplantılarda, kimi izleyiciler tarafından benimle ilgili olarak yapılan somut öneriler de hep duymazlıktan gelindi. Geçmişte çok yakın ve dostane ilişkiler içerisinde olduğumuz ve aramızda her hangi bir tatsız olayın yaşanmadığı kimi FDG yöneticileri, yolda karşılaştığımızda selam verme gereği bile duymuyorlar. Hal böyle iken ben neyi halletmek için diyaloga geçecektim acaba? “Seni ilgilendirmez, bu bizim kendi işimizdir” denilsin diye mi?

Mehmet’in yazısındaki şu satırlar da hayli dikkat çekicidir:

“Sayın Çem’e hatırlatmak isterim. Bu projeye parasal katkıda bulunan insanların listesi mutlaka bir gün açıklanacaktır. Yine bu fedakar insanların paralarının özel zimmete geçmediğini para sahipleri bir gün kendileri açıklayacaktır.

O zaman sayın Çem kendisi ile sanal saldırganlar arasındaki sınırı nasıl belirleyecektir?“

Bence burada Mehmet dostum, topu yine taca atıyor. Öyle yapıyor çünkü projeye parasal katkıda bulunan insanların listesinin açıklanması ile bizim üzerinde durduğumuz konu farklı şeylerdir. Üzerinde konuşulan, kimlerin ne kadar katkıda bulundukları konusu değil. Konuşulan şey, daha önce de defalarca değindiğim gibi, paranın usulsüz çekilmesi ve komiteye zamanında hesaplar hakkında gerekli bilgilerin verilmemiş olmasıdır. Bunun kimin ne kadar mali yardımda bulunduğu noktası ile ilgisi ne?

Beri taraftan, “Fedakâr insanların paralarının özel zimmete geçmediğini para sahipleri bir gün kendileri açıklayacaktır”, demek de ne oluyor? Bunlar banka müfettişleri mi yoksa yönetimin avukatları mı ki böyle bir açıklamada bulunabilsinler. Onların sonuç ile ilgili kesin bir şey söyleyebilmeleri için, döne döne söylediğim gibi ilgili komitenin, bütün bilgi ve belgeleri ortaya koyması gerekir. Ayrıca Gülmez onlar adına nasıl bu kadar kesin konuşabiliyor ve geleceğe ilişkin düşüncelerine tercüman oluyor, anlamak mümkün değil. Onların bu tür bir açıklamayı yapacaklarından bu kadar emin konuşması şaşırtıcı değil mi?

Beri taraftan parasal harcamalardan çok daha önemli olan işin ikinci yanıdır, yani projenin durdurulmuş olması. Böylece hepimiz, yani bir bütün olarak halkımız, 1938 jenosidi ile ilgili olarak anlatılanları ve öteki kimi bilgi ve belgeleri uluslararası standartlara uygun tarzda ve güvenlikli olarak arşivleme, bunu konuya ilgi duyanların hizmetine sunma olanağını yitirmiş olduk. En azından şimdilik durum böyle görünüyor.

FDG yöneticileri ya konunun önemini kavrayamıyorlar ya da bile bile pişkinlik örneği sergiliyorlar ki bana göre doğru olan ikincisidir.

Parasal konuda hiç bir sorun olmasa bile bu olanağın yitirilmesi az bir şey mi?

Öte yandan küçümsenemeyecek çabalarla yapılmış kamera çekimleri var. Bunlar neredeler, nasıl saklanıyorlar? Yarın-öbür gün bir “kazaya!” kurban gitmeyeceklerinin garantisi ne? Bundan nasıl emin olabiliriz?

FDG, M. Gülmez ya da başkalarının ağzından kendisini eleştirenlere “Dersim Düşmanları” demek türünden komiklikçe yakıştırmaları bir kenara bırakmalı, sorumluluğunun gereği olarak, kamuoyuna tatmin edici bilgiler vermeli, buna uygun pratik adımlar atmalıdır.

Konu İle İlgisi Olmayan Bir Noktada Söylenenler

Gülmez, aynı yazıda bir de Hüseyin’in Aygün’den bahsediyor ki bu olayla ilgisi ne, hala anlayabilmiş değilim. Çünkü bu olayla ilgili olarak Aygün’den hiç bahsedilmiyor.

Ancak madem sözü edilmiş, bu konuda da bir kaç satır yazmakta yarar var diye düşüyorum. Aygün’ü topu-topu iki kez görmüşlüğüm var. Bu bakımdan kendisini tanıdığımı söyleyemem. Birilerinin ona yönelik eleştiri ya da suçlamaları varsa, doğal olarak bu da benimle ilgili bir şey değil. Prensip olarak kimi sömürgeci Türk yazar ve politikacılara yönelttiğim sert eleştiriler dışında, normal eleştiri sınırlarını aşan küfürleşmelere hoşgörü ile bakmadığımı yazılarımı okuyanlar bilirler.

Politik açıdan ise şu an Aygün ile her hangi bir ortak yanımız var sayılmaz. Onun, 1938 katliamı ilgili olarak katıldığı toplantılarda CHP’yi katliamcı parti olarak nitelendirdiğini biliyorum. Ama aynı Hüseyin bugün “Dersim katili” dediği partinin saflarındadır. Onun listesinden milletvekili seçildi. Bunun bir ad vermek gerekirse ne dememizi önerirsiniz?

Öyle ya, ne değişti ki Aygün böyle bir yola başvurdu? Bu partinin aslen Dersimli olan genel başkanı her fırsatta “Kuvvayi Milliyeci” ve “Atatürkçü” olduklarını, 1923 ruhunu taşıdıklarını söylemiyor mu? Söylüyor. 1923 ruhu, 1938 jenosidini gerçekleştiren ruh değil mi? Evet, yüzde yüz öyle. Başbakan olarak Erdoğan’ın bile kınadığı 1938 Dersim jenosidini, CHP Genel Başkanı “Devrim dönemlerinde böyle şeyler olur” diyerek meşru göstermeye çalışmadı mı? Çalıştı. Hal böyle olunca da Gülmez’in “Hüseyin Aygün de Dersim 38 davasından ayrı düşünülemeyecek bir avukattır. Sanalcıların gücü onu yıpratmaya yetmez”, demesi neye yarar?

“Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.”

 

Seçimler ve FDG

Dersim Federasyonu’nun, son seçimde bütün gücü ile CHP’yi ve onun adaylarını desteklediği de bilinmeyen bir şey değil. Zaten seçimden sonra “CHP’nin zaferini!” hayli coşku ile karşılayanlar en başta onlar oldular. M. Gülmez’in yazısının yer aldığı “jiyarudiyar” sitesi, seçim sonucunu “Dersim Kazandı, Aygün ve Genç meclise“ başğı ile vermişti.

Sanıyorum yalnız başına bu örnek bile, FDG yöneticilerinin kimden yana kime karşı olduklarını yeterince açıklığa kavuşturuyor.

Dersim’de CHP’nin seçimden başarı ile çıkmış olmasının bir değil birçok nedeni olduğu bir gerçek. Bu sonucu objektif olarak irdelemek, kendi hatalarının payını görmek ve ileriye yönelik çalışmalar bakımından dersler çıkartmak, elbette Kürt yurtseverleri ile Dersimli demokratik ve sol çevrelerin görevidir. Ama bir şey çok açık, Dersimliler CHP’ye destek olmakla kendilerine 1938’leri yaşatan partiye, onun temsil ettiği anlayışa güç vermiş oldular. Bu tutumla onlar, Sey Rıza’yı, Usênê Seydî’yi, Alişêr Efendi’yi, Zerifa Hanımı, Şahan Ağa’yı, Îvîsê Seykali’yi değil, Mustafa Kemal’i, İsmet İnönü ile C. Bayar’ı, Fevzi Çakmak’ı, A. Alpdoğan’ı ve Sabiha Gökçen’i desteklemiş oldular.

Ezici çoğunluğunu, bir zamanlar devrimcilik üzerine mangalda kül bırakmayan eski solcularla Mehmet Gülmez gibi Kürt yurtsever örgütlerinde yılarca mücadeleye omuz vermiş kişilerin oluşturduğu FDG gibi kimi grupların CHP’nin kuyruğuna takılmaları ve onun Dersim’deki seçim başarısını zafer diye kutlamaları ne hazin değil mi? Dersim halkı için bundan daha büyük talihsizlik düşünülebilir mi?

Beri taraftan ben elbette Dersim’lilerin CHP’ye oy vermiş olmalarından hoşnut değilim, ondan da öte rahatsızlık duyuyor ve elimden geldiğince nedenleri üzerinde kafa yoruyorum ama kimi internet sitelerinde yayınlanan yorumlarda, Dersim halkı için kullanılan kırıcı ve yaralayıcı sloganları da yanlış buluyorum. Kimsenin her hangi bir yörenin halkına karşı böylesine ölçüsüz bir dil ile saygısızlık etme hakkı yok, olmamalı. Dersim halkımızın sağduyusuna ve onurlu geçmişine duyduğum güvenle bu arızi durumun uzak olmayan bir gelecekte aşılacağını umuyorum. Kaldı ki Dersimlilerin CHP’ye sempatisi yeni bir şey de değil. Bu, eskiden beri bazen zayıflayarak bazen de güçlenerek süregelen bir eğilimdir.

Bu arada satırlarıma son vermeden, seçim dönemi ilişkileri ile ilgili bir noktaya da değinmek isterim. Dersim’de farklı politik eğilimler her zaman var oldu ama yöre halkı bunu asla bir kin ve düşmanlık nedeni olarak görmedi. Birbirine karşı hep toleranslı, hoşgörülü davrandı. Bunun tek istisnası, geçmişte sol grupların kendi aralarında ya da onlardan bazıları ile PKK arasında yaşanan sürtüşme ve çatışmalardır.

Edindiğim bilgiler, bu seçimde bahsini ettiğim hoşgörülü tutumun bir hayli yara aldığını gösteriyor. O bakımdan herkesin ama mutlaka herkesin, konu ile ilgili olarak en başta da kendi tutumunu gözden geçirmesi, ateşle oynama anlamına gelen tahrik edici davranışlardan kaçınması gerekiyor.

Farklı görüşte olmaya evet!

Farklılıkları uygarca yöntemlerle ve özgürce tartışmaya evet!

Barışçıl ve demokratik yöntemlerle politik yarışa evet!

Ama kin ve düşmanlık yaratmaya yönelik davranışlara kesin olarak hayır!

Bunun, önümüzdeki dönemde Dersimli hemşerilerimin benimseyecekleri ve sarılacakları ortak temel ilkelerden biri olacağını umarım.

***

Gerekli bir not: Redaksiyonunda yer aldığım Vate dergisine gerekli zamanı ayırabilmek ve elimdeki kitap çalışmalarını tamamlayabilmek için makale yazmaya bir süre ara vermek düşüncesindeyim. Umarım, bu kararımı pratikte hayta geçirme başarısını gösteririm.

Berlin, 16.06.2011

Na xebere 3151 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.