zazaki.net
19 Adare 2024 Sêşeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
15 Nîsane 2013 Dişeme 17:49

Yas Yerlerimiz ve Kimi Yanlış Davranışlar

Roşan Lezgîn

Biz Kürtlerde nedense yaşayanlardan daha çok ölülere değer verilir. Örneğin, taziye ritüeli haftalarca, bazen aylarca sürer. Taziyeler, son yıllara kadar evde yapılırdı. Uzak ve yakın akrabalar, eş dost, konu komşu, ahbap ve tanıdıklar, ölü evini ziyaret eder, ölünün ruhuna Fatiha okur, yakın akrabalarına başsağlığı dilerdi. Evlerde yapılan bu yas ziyaretlerinde çoğu zaman izdiham yaşanır, ölü sahibinin üzgün ev halkı yoğun ziyaretlerden dolayı zor anlar yaşar, perişan olurdu.

Ama son yıllarda modern binaların gelişmesiyle “yas geleneği” de artık dayalı döşeli ses cihazlarıyla donatılmış özel “Yas Evleri”nde yapılmaya başlandı. Örneğin, şu an Diyarbekir şehir merkezinde kadınlar için ayrı erkekler için ayrı olmak üzere onlarca Yas Evi mevcuttur. Bu geleneği ilk başlatanların, Liceliler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği olduğu söyleniyor.

Yas Evleri, ölü sahipleri için çok büyük rahatlatma getirmesinin yanı sıra, gelen ziyaretçilerin birbirlerini bir arada görebilme imkânını da yaratmaktadır. Böylece “acaba şu dost veya ahbap da yasımıza gelmiş miydi gelmemiş miydi” serzenişleri de ortadan kalktı. Çünkü eskiden evin birkaç odasında birden misafir ağırlandığından başsağlığına gelen misafir ile ölü sahibinden aile büyükleriyle karşılaşmayabilirdi. Ama şimdi, Yas Evlerinde giren çıkan her kes birbirini görme imkânına sahiptir.

Bizde “taziye ritüeli” genelde şu şekildedir. Yas Evine girildiğinde, mütevazı bir ses tonuyla genel bir selam verilir ve hemen uygun bir yere oturulur. Yas sahiplerinin de oturduğu salona hâkim bir yerde kurulan masada, mikrofon başında oturan imam veya dini adetleri bilen biri, gelen misafirler adına ölünün ruhuna Fatiha okutur. Oturan herkes avuçlarını açar, sessizce Fatiha Suresi’ni okur, ellerini yüzüne sürer. Gelen misafir veya misafirler nazikçe “Baki Allah! Allah rahmetiyle [öleni] sevindirsin, Allah [yakınlarına] sabır versin, başınız sağ olsun” benzeri sözlerle başsağlığı dileklerini sunar. Ölü sahiplerinden ileri gelen biri veya mikrofon başında oturan kişi, taziyeleri kabul eder, “Allah hayrınızı kabul etsin, büyütsün” gibi veya benzeri sözlerle karşılık verdikten sonra, yas sahiplerinden birkaç kişi bizzat yeni gelen misafirlerin yanına gider, ellerini sıkarak tekrar hoşgeldinde bulunurlar.

Ardından, gecikmeden gelen misafirlere çay ikram edilir. Çaylar içildikten biraz sonra, kalkmak için genelde mikrofon başında oturan kişiden kendileri adına ölünün ruhuna tekrar bir Fatiha okutması için nazikçe işaret edilir. İkinci Fatiha okunduktan sonra, gelen misafir ölü sahiplerinin elini sıkarak ayrılır. Böylece başsağlığı ziyareti tamamlanmış olur. Yas Evlerindeki yas süresi üç gündür, ondan sonrası yine evde devam edilir.

Yas Evlerinde, genelde misafirin içeriye girmesi ve çıkması on beş veya yirmi dakika kadar bir zamandır. Yakın akrabalar dışında Yas Yerine başsağlığına gelen misafirlerin uzun süre oturması makbul değildir. Çünkü sürekli gelen misafirlere yer açılması gerekir.

Her Yas Evi’nde bazen yüzlerce insan aynı anda toplanabiliyor. Mikrofon başında oturan imam veya dini bilgiye sahip kişi, eğer ortam uygunsa, hüzünlü sessizliği dağıtmak, yasta olanları birazcık olsun sabır ve teselliye erdirmek için arada kısacık meseller, kıssalar, hadisler veya Kuran’dan ayetler naklederek, bir hoşluk yaratmaya çalışır. Mikrofon başındaki kişi, bu kısacık hoş konuşmaları yaparken, eğer arada gelen misafir olursa konuşmasını yarıda keser, gelenler adına ölünün ruhuna Fatiha’yı okutur, temenni ve dileklerin söylenmesini bekler, ardından cümlesini veya ifadesini tamamlamaya çalışır. Konuşmalar, ağırlıklı olarak Kürtçenin Kurmancca lehçesiyle yapılır ama kimi zaman Kürtçenin Zazaca lehçesinin yanı sıra çok nadir de olsa Türkçe konuşana da rastlanır. Türkçe konuşanlar, genelde ya bölgedeki Türk memurlar veya Türkçeden başka eğitim yapmak istemeyen gelenek dışı yeni cemaat mensupları olur. Konuşmaların yanı sıra kimi zaman sesi güzel bir Kuran okuyucusu, güzel bir seda ile birkaç dakika süren ayetler okur ve ardından ölünün ruhuna dualar okuduktan sonra Fatiha okutur ve ardında ferahlatıcı bir hoşluk bırakır.

Salonda her kesin duyabileceği ses düzeninin olmasından dolayı, bazen misafirler adına Fatiha’yı okutan kimi imam veya kişiler, böylesine toplu bir dinleyici kitlesini bir arada bulduklarından, bu durumu istismar eder, şahsi egolarını tatmin ederler. Yani sohbet adı altında konuşup dururlar. Hatta kimi zaman saçmalık derecesinde bağırıp çağırırlar, oturanları bezdirirler. Ama daha çok kimi cemaat mensupları yada parti ve örgütlere angaje kişiler, bu durumu tam olarak istismar ederler. Yas Evi’nde oturanların, ortamın nazikliğinden dolayı yapılan patavatsızlıklara tahammül etmekten başka bir şey gelmez ellerinden.

Bir Yas Evi’nde kaç kez rastladığım bir durumu anlatmak istiyorum. Adını andığım Yas Evi’nde, üzerinde mikrofon bulunan masanın hemen arkasında içinde Risale-i Nur külliyatından kitapların da bulunduğu bir dolap var. Birkaç kişiyle birlikte içeri girdiğimizde mikrofonun başında 40 yaşlarında esmer semiz bir şahıs oturuyordu. Fatiha’yı okuttuktan sonra arkasındaki dolaptan kırmızı kaplı en kalın kitabı aldı. Sanki Yas Yerinde değil de herhangi bir cemaatin devam ettiği bir medresedeymiş gibi başladı Türkçe okumaya. Mübarek, okuya okuya ezberlediği kitabı öylesine hızla ve seri bir şekilde okuyor ki, ağzından arka arkaya dökülen sözcüklerin arasından hava bile sızmıyor. Allah adama nefes bahşetmiş! Adamın ne dediğini anlamakta öylesine zorlandım ki adeta başım döndü. Çünkü ağzından sözcükler seriye bağlanmış makineli tüfekten çıkan kurşunlardan daha hızlı uçuşuyordu. Duvarda asılı saate baktım, aynı tonda, aynı hızda, tabi arada bir kitaptan başını kaldırarak, el kol hareketleri eşliğinde kendinden yorumlar da katmak suretiyle kesintisiz bir şekilde tam 35 dakika boyunca konuştu da konuştu.

İçeri girdiğimizde 50-60 civarında insan vardı. Tam öğle ikindi arası bir dönem olduğundan grup grup insan geldi. İçeride kalabalık biriktikçe birikti, çoğaldıkça çoğaldı. Oturulacak yer kalmadığından artık birçok genç kalkıp yerini daha yaşlı olanlara vererek köşelerde kenarlarda ayakta beklemeye başladı. Bu arada konuşmacının yan tarafında oturan epeyce yaşlı bir şahıs, ortamın artık nefes alınamayacak duruma geldiğini gördüğünden kaç kez coşmuş olan konuşmacıyı Fatiha’yı okutması için dürttüğünü gördüm ama nafile!

Salonda biriken kalabalığın çoğu köylü kökenli, yaşlı kuşaktı. Zaten genelde tüm aile ve yakın akrabaları temsilen yaşlı biri taziyelere gider. Bu kesim de Türkçeyi pek bilmez, anlamaz. Hele hele Bediüzzaman’ın risalelerinde kullanılan Türkçeyi hiç anlamazlar. Örneğin adam, konuşmasında “haşiye” diyor, “zeyl” diyor, “lem’a” diyor, “lahika” diyor, fizik kanunlarından söz ediyor. Yıllarca özel medreselerde Risale-i Nur derslerine katılanların bu tür sohbetleri sürekli izlediklerinden belki bir dereceye kadar kendisini anlayabilirler ama geriye kalanların en ufak bir şey anladığından son derece kuşkuluyum.

Adamın yağız esmerliği Kürt simasını andırıyor ama kullandığı Türkçe tam bir Türk ağzı. Öylesine Kürt gırtlağından uzak ki, “k” seslerini, bırakınız Kürtlerin “kaf” sesi gibi telaffuz etmesi, yumuşak “ğ” şeklinde çıkarıyor. Öyle ki, içimden bu adam Türk, bizim gelenek göreneklerimizi pek bilmiyor, kendini konferans salonunda sanıyor, ondandır bu kadar uzatıyor diye düşündüm ama maalesef öyle değilmiş. Sonradan öğrendim, aslen bizim ilçeden, hem de köyümüze yakın bir köydenmiş. Fakat Türkçe dışında herhangi bir dilde “ders” yapmayan, Kürtçe sohbete bile izin vermeyen cemaatlere angaje olduğundan halkına, diline, öz varlığına yabancılaşmış. Zaten çoğu cemaatler adeta birer örgüt veya parti gibi işliyor, dine hizmet adı altında dini “ideoloji”ye dönüştürdüklerinden dolayı yaptıkları, dini hizmet "masumiyet”iyle pek alakası yoktur, sanmıyorum! Dini söylem örtüsüyle örtülmüş çıplak gözle görülmeyen Kürtlere yönelik politikalar yürütülüyor aslında. 

Adam, konuşmasını yirmi dakikaya kadar uzattıktan sonra artık sağımda solumda oturanlarda tikleri hissetmeye başladım. Sol tarafımda oturan altmış yaşlarındaki amca dayanamayarak mırıltı halinde belden aşağı savurmaya başladı. Kalabalık nerdeyse patlamak üzereyken, coşmuş konuşmacı velhasıl yeni gelen ve kalkmak isteyenler adına Fatiha’yı okuttu. Fatiha okunur okunmaz, Yas Yerinin adap ve erkânından dolayı mahsur kalanların büyük kısmı izdiham halinde kendini dışarı atmak için birden ayağa kalktı.

Yas Yerleri, herhangi bir cemaat medresesi değildir, toplumun her kesiminden gidenlerin olduğu bir insanlık vazifesi olan taziyeleri kabul yeridir. Köyden gelip köy minibüsüne yetişmek zorunda olan var. Çalıştığı işyerinden yarım saatliğine izin almış taziye ziyaretinde bulunup hemen dönecek olan var. Hastası olan, türlü türlü mazereti olan, envai çeşit işi gücü olan var, vakti zamanı olmayan var. Kaldı ki hiçbir mazereti olmayıp akşama kadar boş vakti olsa bile, herkes “ders” dinlemek veya herhangi bir konuşmacının sonu gelmez hikayelerini dinlemek zorunda mı?

Eğer Risale “ders”i almak isteyen olursa, gider bir medresede dinler. Yas Yeri gibi genel bir yerde kalkıp kendi kendini yetkili kılarak orada bulunan herkesi bunca zaman kendini dinletmek zorunda bırakmak doğru bir davranış olmamalı. Allah rızası için, ölünün ruhuna bir Fatiha okumak için, ölü sahipleri olan eş, dost, ahbap ve arkadaşa başsağlığı dilemek için gelenleri, fırsat bu fırsattır deyip koyun sürüsü yerine koymak, onları bezdirmek hiç doğru değildir.

Sonuç olarak dini bilgiye sahip olmak, Kuran’dan sure ve ayetleri ezberlemek, imam olmak veya cemaat mensubu olmak, eğer en önce kişinin kendisini anlayış ve idrak sahibi yapamıyorsa, başkalarına dayatırcasına bir şeyler anlatmak “ders” değil eziyetin ta kendisidir. Bu, dine de insana da saygısızlıktır.

Na xebere 9147 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.