zazaki.net
29 Adare 2024 Îne
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
09 Hezîrane 2016 Panşeme 21:05

Tarihten Dilbilime Zazalar

Selim Temo

Genç araştırmacı ve akademisyen Ercan Çağlayan, Cumhuriyet’in Diyarbakır’da Kimlik İnşası: 1923-1950 adlı kitabından (2014, İletişim Yayınları) sonra Zazalar: Tarih, Kültür ve Kimlik (Nisan 2016, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları) başlıklı kitabıyla yeniden okurun karşısında. Yoğun ilgi gören ve iki hafta içinde iki baskı yapan kitap, türlü tartışmalara konu olan Zazalar hakkında temel bir başvuru kaynağına dönüşecek gibi görünüyor. Zira yazar coğrafyadan tarihe, sosyolojiden dilbilime kadarki alanda bütüncül bir araştırma yapmış ve disiplinlerarası arası bir yöntemle alanı tüm boyutlarıyla kavramaya girişmiş diyebiliriz.

Her ne kadar yazar Batı, İslam ve yerli kaynaklarla Kürdî daireyi genişletmiş olsa da Zazalarda bir iç kimliğin gelişmekte olduğunu tespit ve teslim ediyor. Bu gelişimi, postmodern çağın “yerelliği seferber eden” kimlik tasavvuru açısından okuyan yazar, olguya belli bir ihtiyat ve ihtimamla yaklaşıyor. Geçtiğimiz yüzyılın başından başlayarak modern ve siyasi Kürt kimliğini oluşturan ve ona liderlik eden Zazaların kendilerine dikkatle bakma noktasına gelmeleri, Kürt kimliğinin Kurmanclık içinden tarif edilmesiyle ilgili olmalı. Bu noktada “Siyasi Kürtlük bir Zaza icadıdır” diyebiliriz, ancak bu, Zazaların kendilerini bu Kürtlük içinde, kıyısında ya da dışında yeniden tarif etmelerini engellemiyor. Siyasi Kürtlüğün hakkında konuşmayı kurtuluş sonrasına ertelediği bu iç dinamiğin yeni boyutlar kazandığı gözlemlenebiliyor. Öte yandan bu olgunun bütünüyle iç dinamiklerle gerçekleştiğini söylemek de güç. Zira 1930’lu yıllardaki resmi politikanın Zaza ve Kurmanclar arasına Türk tamponu koyma projesinin devlet cephesinde değişmeden devam ettiğini, 2009’da AKP’nin gizli seçim bildirgesindeki Zaza-Kurmanc ayrımını vurgulama maddesinde de gözlemledik. Ancak nedenler ya da dış müdahaleler ne olursa olsun, ortada yorumlanması ve araştırılması gereken bir olgu olduğu gerçeği değişmiyor.

Ercan Çağlayan,

Zazalar: Tarih, Kültür ve Kimlik,

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,

İstanbul 2016, 235 sayfa

Çağlayan’ın girişimi, bu noktada cesur bir girişim olarak adlandırılabilir. Olguyu öncelikle sosyolojik açıdan ele alan yazar, ulus-etnisite bağlamında geniş bir literatürden faydalanarak tartışmayı bilimsel bir daireye taşıyor. Doğrusu takip edebildiğim kadarıyla tartışma büyük ölçüde, Kürt olduğunu kanıtlama ya da Kürt olmadığını kanıtlama şeklinde sürdürülen ve bir zamanlar Türk olmadığını kanıtlamadaki tatsız anıyı canlandıran bir yön taşıyor. Bunun, her iki görüşün savunucuları için de ne kadar can sıkıcı olduğu tahmin edilebilir. Çağlayan ise tartışmayı bilimsel bir mecraya taşıyarak açtığı yeni alanı teklik değil, zenginlik ve çoğulluk üzerinde inşa ediyor. Oryantalist çalışmalar gibi periferik/self oryantalist çalışmaların da dairesine girmeden içeriden bir araştırma yapıyor. Batı akademilerinde alana dayanmayan, alanı bilmeyen çalışmaların handikapları ve kendinden menkul “önem”ini çok da vurgulamadan “sömürge ilmini”n dışında, ötesinde bir çalışma gerçekleştiriyor.

Kitap, başvuru kaynağı olma özelliğini geniş bir araştırma olmasıyla kazanıyor diyebiliriz. Zira emik ve etik yaklaşımlarla yapılan adlandırmaları coğrafya ve nüfus gibi etmenler üzerinden aktardıktan sonra bin yıla uzanan tarihsel kaynaklara yaslanıyor. Yazarın tarihçi olmasının da etkisiyle olacak çok sayıda belgeye yer veriliyor. Kitabın en kapsamlı bölümünün de bu bölüm olduğu söylenebilir. Kitabın bu ikinci bölümünde birincil ve ikincil kaynakların yoğun bir tasnifi söz konusu. Yazar bu bölümü ulus-etnisite tanımlarının “ortak bir tarih” ölçütünü gereksindiğini vurgulamak için olacak daha fazla irdeliyor. Bu ortak tarih, özünde, bir bütün olarak geniş Kürt şemsiyesini tanımlıyor. Dolayısıyla Dimilî, Kirmanc ve Kird gibi daha yaygın iç adlandırmalar söz konusu olmakla birlikte geneli anlatırken bir dış adlandırma sayılabilecek Zaza’nın da bu şemsiyenin altında tarif edildiğini açıklıkla ortaya koyuyor.

Üçüncü bölüm, dinsel ve toplumsal örgütlenmeye odaklanıyor. Yazara göre bir aşiret toplumu olan Zazalarda, değişik oranlardaki modernleşme hızına karşın aşiret, temel örgütlenme birimi olmaya devam ediyor. Azalan etki ve ortak refleks potansiyeline karşın aşiret yapısının “siyasal aşiret” boyutuna geçerek kendini kurumsal anlamda yenilediğini ve yeniden oluşturduğunu tespit ediyor. Bu anlamda Alevi, Hıristiyan ve Sünni ya da Zaza (bazılarında Kurmanclarla karışık) aşiretleri tasnif ederek yeni bir okuma yapıyor. Buna göre “ortak soy” kültü çevresinde örgütlenen aşiret formu, toplumsal işleyişi yeni araçlarla yönetmeye devam ediyor. Yazar bu bölümde de daha önce yapılan sınırlı ve lokal araştırmaları aşarak Zaza toplumunun büyük bir fotoğrafını çekiyor. Yazarın tespitiyle Zazalığı Alevilikle özdeşleştiren yargı, bu çalışmayla değişecek gibi görünüyor. Zira Çağlayan, geniş Zaza kitlelerinin Şafi ve Hanefi mezhebine bağlı olduklarını ortaya koyuyor ve tanıtıyor. Bununla birlikte bu kez Alevi Zazaların bu kitapta az yer tuttuklarını belirtmeliyiz.

Kitabın dördüncü ve son bölümünde Zazaca, dil-lehçe tartışmaları bağlamında ele alınıyor. Başlangıçta “dil”in ulus-etnisite ayrım ve benzeşiminde tam ve eksiksiz bir ölçüt sayılamayacağını gözler önüne seren yazar, bu bölümde alandaki tartışmaları ayrıntılı biçimde ele alıyor. “Karşılıklı anlaşma-anlaşamama” gibi ölçütlerin belirleyici olduğu mevcut tartışmayı da dünyadaki diğer dilsel deneyim örnekleriyle ele alarak, bu deneyimin Kürtçeler ya da Kürt dilleri için de yinelenmesinin olağanlığını gözler önüne seriyor. Gerçekten de bu alandaki tartışmalar diğer sayısız örnekleri gibi Danca-İsveççe ya da Kuzey Almancası- İsviçre Almancası gibi anlaşılırlık, anlaşılmazlık örneklerinde görüldüğü gibi son derece doğal olduğunu anlıyoruz. Aslında Çinceden İngilizceye, Arapçadan Türkçeye kadarki çok sayıdaki dil için “doğal” olan özelliklerin Kürtçelerin “kusur” hanesine yazılmasını anlamak güçtür. Bu durum, yalnızca Kürtçeleri ötekileştirmekle değil, aynı zamanda kendi dili hakkında da yeterince bilgi sahibi olmamakla tarif edilebilir. Aynı şekilde “tanımlanan”, “yorumlanan” ve “hakkında bilgi üretilen” ulusların mensubu aydınlar arasında türlü yansımaları olan bu “epistemik iktidar”a karşı bilgi üretmek, sömürgelinin en büyük baş ağrısı olsa gerek. Bununla birlikte Çağlayan’ın çok sabırlı bir kalemi olduğunu belirtmek gerekiyor. Kürtçe gibi Kürtlüğün de yeniden tarifinde Zazalık tazyikinin ne kadar doğal ve sosyolojik olduğunu, standart ve tekçi bir Kürtçe yerine standart Kurmancca, standart Zazaca gibi yeni ve daha gerçekçi bir modelin mümkün olduğunu gözler önüne seriyor. 2009 yılında UNESCO tarafından kaybolma tehlikesiyle yüz yüze olan diller arasında sayılan Zazaca, bu ihtimamı fazlasıyla hak ediyor. Zira bülbülün “dünyanın en güzel dili hangisi” sorusuna “Zazaca diye bir dil olmasa kendi dilim derdim” cevabını vermesi boşuna değil!

Na xebere 8832 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.