zazaki.net
08 Oktobre 2024 Sêşeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
02 Sibate 2019 Şeme 23:27

Rêya Heqîyê (Alevilik)

İsmail Beşikçi

Alevi kavramının kullanılmasının en fazla 140 yıllık bir tarihi vardır. Osmanlı döneminde, İkinci Abdülhamid’den önce, Alevi kavramının kullanıldığı görülmemektedir.

Osmanlı’da, Kızılbaş kavramının kullanılmasının 600 yıla yakın bir geçmişi vardır. Kızılbaş kavramıyla birlikte, zındık (Tanrıya ve ahirete inanmayan), mülhid dinsiz, imansız), rafizî (Şii fırkalarından birine ait olma) gibi kavramlar da kaullanılmaktadır. Osmanlı döneminde 15. yüzyıl ortalarından önce, Kızılbaş kavramının kullanıldığına dair bir işaret yoktur.

Kızılbaşlık Şii İslamla ilgili bir kavramdır. Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyd (1429-1460) askerlerinin başlarına, düşman askerlerinden ayrılmasını sağlamak için kımızı renkli, oniki bölümlü fes giydirmiştir. Kırmızı rengin de Mezopotamya’da Rêya Heqîyê inancının yaşayan halklardan alındığını söylemek gerekir… Osmanlı’nın 15. yüzyılın sonlarından itibaren, Kızılbaş olarak dile getirdiği kesim aslında Şii İslam’ın bu kesimi yani Oniki İmamcı Şiilerdir. Daha sonra, Rêya Heqîyê inancında olanlar da bu kategori altında değerlendirilmeye başlanmıştır.

Bugün, ‘Alevilik’ dile getirilen inancın esas adı Rêya Heqîyê’dir. Rêya Heqîyê doğa dinidir. İnsanlar, doğanın, kendilerini korumasını isterler. Bunun için de doğaya, örneğin, dağlara, sulara, ağaçlara, bazı hayvanlara vs. adaklar sunarak, doğanın kendilerinden yana olmasını, kendilerini korumasını sağlamaya çalışırlar. Rêya Heqîyê inancının 4000 yıldan fazla bir geçmişi vardır. Kökleri, Mihtra inancına kadar gitmektedir. Mihtra inancı, daha sonra, Xweda/Yezdan (yaratan) Zerevan, Zerdeşt, Mani, Mazda, Hürmüz inancı olarak gelişmiştir. Bugün, Alevi olarak dile getirilen Rêya Heqîyê inancının, İslam’dan çok önce oluşmuş bir inanç olduğu besbellidir. (bk. Selahattin Ali Arik, Aryan İnaçlar ve Rêya/Raa Heqîye Mihtra, Zervan, Zerdüşt, Mani, Mazda, Yarasan, Êzdaîyatî ve Kürt Aleviliği, İBV Yayınları, Nisan 2015, Ayrıca bk. Bahoz Şavata, Alevi Görünümler, Kürtler Nasıl Müslüman oldu? Bahoz Şavata, facebook sayfası…

Bugün, Hewraman bölgesi Mithra inancının yaşadığı önemli alanlardan biri olarak görülmektedir. Hewraman bölgesinin bir kısmı İran’da, bir kısmı Irak’ ta kalmıştır. Bu inanç, İran’da Yaresan (Ehi-hak) Irak’ta Kakaî adlarıyla bilinmektedir. Bu inancın önemli bir kolu da Êzidilik olarak bilinmektedir. Bu inancın yaşayan üçüncü bir kolu da kökleri Rêya Heqîyê olan, bugün Alevilik olarak ifade edilen inançtır. Bu inanç Kürdler arsında daha çok yaşam bulmaktadır. Kürdistan’ın güneyinde, Yaresan (Ehl-hak) Kakaî ve Êzidî, kuzeyinde Rêya Heqîyê… Bu üç inanç, ulu bir ağacın çok güçlü üç dalı gibidir. Bu inancın, Kuzey Mezopotamya kökenli bir inanç olduğu da açıktır. Bu konuda, Ahmet Önal’ın, Rêya Heqîyê, Alevilik, İslam (nerinaazad.org, 13.12. 2018) yazısı da önemlidir. Bu yazıda da bugün Alevilik olarak dile getirilen inancın kökünün Rêya Heqîyê olduğu vurgulanmaktadır.

Yukarıda Hewraman’dan söz edildi. Hewraman ile Dersim arasında çok büyük bir ilişki var. Dil uzmanları, Hewraman’da konuşulan Kürdçe ile Dersim’de konuşulan Kürdçe arasında çok büyük bir benzerlik olduğunu vurguluyorlar. Bunun yanında, Haymana’da (Ankara) konuşulan Kürdçe’nin Hewraman’da konuşulan Kürdçe’ye çok yakın olduğu da dile getiriliyor

Munzur Çem, Hewraman’a Yolculuk yazısında, pir, bava, sey, hu gibi sıfatların Hewraman’da ve Dersim’de ortak olarak kullanıldığını dile getirmektedir. Hewraman ve Dersim arasındaki güçlü bağa işaret etmektedir. Hewraman’a Yolculuk yazısı, Munzur Çem’in, Hewraman Dersim Sırrı kitabında yer almaktadır. (İBV Yayının, İstanbul, Temmuz 2017, s. 96)

11.Yüzyılda, Müslümanların çok ağır baskıları yüzünden, Hewraman’dan büyük bir grubun oradan ayılıp Kuzeye doğru hareket ettiğinden, Dersime yerleştiğinden söz edilmektedir. Bugün Hewraman’da ibadet sırasında, toplumda, saygın kabul edilen on kadar kişinin adı sayılmakta,. onlar için dua edilmektedir. Bu kişiler arasında, Dersimli Sey Rıza’nın adı da sayılmaktadır.

İslam’ın Rêya Heqîyê İnançlıları Müslümanlığa Döndürme Operasyonları

İslamiyetin gelişme çağlarından itibaren Rêya Heqîyê inançlılara karşı çok yoğun bir saldırı gerçekleştirilmiştir. Rêya Heqîyê inaçlılar İslamiyete döndürülmeye çalışılmış, İslamiyeti kabul etmeyenler kılıçtan geçirilmiştir. 640 yıllarında, İkinci Halife Ömer zamanında (632-644) Kürdistan’ın güneyinde ve kuzeyinde çok yoğun, kapsamlı operasyonlar geçekleştirilmiş, İslamiyeti kabul etmek istemeyen Rêya Heqîyê inançlılar çok büyük kitleler halinde katledilmişlerdir. Bu dönemde Halid bin Velid komutasındaki İslam orduları Kürdistan’ın kuzey taraflarında, Peygamberin damadı Ali komutasındaki İslam orduları da Kürdistan’ın güney taraflarında, Rêya Heqîyê inançlılara karşı çok kapsamlı, yoğun operasyonlar gerçekleştirmiştir. Rêya Heqîyê inançlılar, İslam’ın bu zulmüne karşı ulaşılmaz dağlara, dağların doruklarına yerleşmeye gayret etmişlerdir. Daha sonraki yıllarda da kendi öz inançlarını, İslam karşısında gizli olarak sürdürmeye çalışmışlarıdır. Öz inançlarını yaşayabilmek için, zulum karşısında, İslam gibi görünme sürecinde, inançlarında, geleneklerinde bazı değişiklikler yapma gereğini de duymuşlardır.

Rêya Heqîyê inançlılara saldırı daha sonraki dönemlerde de sürdü. Safevilik, 1500 yılında Erdebil’de kurumlaştı ve Oniki İmamcı Şiilik, Safevi Devleti’nin resmi dini oldu. Ama 15. yüzyılın ortalarından itibaren İran’da gelişen Oniki İmamcı Şiiler Anadolu’daki, Kürdistan’daki Rêya Heqîyê inançlıları etkilemeye başlar. İkinci Beyazıt döneminde (1481-1512) bu etkileme çok gelişir. Osmanlı yönetimi bundan çok rahatsız olur. Rêya Heqîyê inançlılara, yani Türkmenlere çok yoğun baskılar yapmaya başlar. Bunun yoğun, kapsamlı bir saldırı olduğu açıktır. Rêya Heqîyê inançlıların, Müslüman olmaları istenir. Bunu kabul etmeyenler, zındık, mülhid, rafizî denilerek, katliamlara varan baskılarla karşılaşır. Osmanlı Türkmenlerin vergi yükünü attırır. Bu baskılardan yılan Türkmenler, Oniki İmamcı Şiilere sığınmaya çalışır. 1500 yılından sonra, Şaha sığınma da çok artar… Osmanlı-Safevi çelişkisi Teke yarımadası taraflarında, Amasya, Tokat taraflarında kendini iyice belli eder. 1512 Şahkulu ayaklanması bu dönemde gerçekleşir.

Bu dönemde, Osmanlı, Şii İslamı, yani Oniki İmamcı Şiileri, Kızılbaş tabir edilenleri de zındık, mülhid, rafizî gibi kavramlarla değerlendirir. Yavuz Sultan Selim döneminde (1512-1520) Şeyhülislamlık yapan Müftü Hamza’nın, Kemalpaşazade’nin, Kanuni döneminde (1520-1566) Şeyhülislamlık yapan Ebussuud Efendi’nin fetvaları bu bakımdan dikkate değerdir.

Rêya Heqîyê inançlılara karşı şiddetli bir saldırı da İkinci Mahmud (1808-1839) İkinci Abdülhamid döneminde (1876-1909) gerçekleşmiştir. Bu dönemlerde Rêya Heqîyê inançlılara Müslümanlığa döndürmek için çok kapsamlı operasyonlar gerçekleştirilmiştir. Bunlar katliamlara da varan operasyonlardır. Bu dönemde, Baha Said (1882-1939) gibi bazı İttihatçı yazarlar, İttihatçı yöneticilerin de etkisiyle Alevi kavramını kullanmaya başlamışlardır. Ve ‘Alevilik bir Türk dinidir, Ortaasya kökenlidir…’ görüşünü ileri sürmüşledir. Daha sonra Yusuf Ziya Yörükan (1887-1954) Cumhuriyet döneminde, aynı görüşü işlemeye devam etmiştir. Besim Atalay’ı da (1882-1965) bu grup içinde değerlendirmek mümkündür.

Bu grup Aleviliğin Ortaasya kökenli olduğunu, Türk dini olduğunu söylemektedir ama bu inanca, gelenekleri küçümsemeden, aşağılamadan yaklaşmakta ve Aleviliği Müslümanlaştırmaya gayret etmektedir.

Cumhuriyet döneminde, Hasan Reşit Tankut (1891-1980), Şemsettin Günaltay (1883-1961), Nazmi Sevgen (1890-1980), Naşit Uluğ (1902-1977) Aleviliğin Zaza dini olduğu, Zazaların Türk olduğu gibi görüşler dile getirmektedir. Ama inancı, gelenekleri vs. aşağılayıcı bir tutum içindedirler.

Devletin Asimilasyon Politikası

Kürdlerin Türklüğe, Alevi olarak dile getirilen Rêya Heqîyê inancında olanların Müslümanlığa asimile edilmeleri Cumhuriyet’in çok önemli bir politikasıdır. Bu politikanın, uygulamaların, İttihat ve Terakki’ye, hatta İkinci Abdülhamid’e uzanan kökleri elbette vardır.

İttihat ve Terakki’nin, Adriyatik Denizi’nden Ortaasya içlerine kadar, içinde sadece Türklerin yaşadığı bir imparatorluk tasarımı vardı. Ama Türklüğün en önemli dayanağı ise Müslümanlıktı. Ancak Müslüman olanlar Türk sayılıyordu. Bu bakımdan Rêya Heqîyê inancında olanların Müslümanlığa asimile edilmeleri çok önemli oluyordu

İttihat ve Terakki döneminde yoğunlaşan, Rêya Heqîyê inançlılara Müslümanlığa döndürme çalışmaları Cumhuriyet döneminde daha yoğun daha kapsamlı ve sistematik olarak sürdürülmüştür. Rêya Heqîyê inançlıların yaşadığı her köye bir cami, her camiye bir imam bu dönemin çok önemli bir özelliğidir.

Bugün, resmi ideoloji, Rêya Heqîyê inançlıları Müslüman kabul ediyor. İnancın, İslam’dan önceki varlığın hiç dikkate almıyor. Bu tarihi kökleri yok sayıyor. Bu inancı Şii İslam’la ilişkilendirmeye çalışıyor. Bu konudaki eleştirileri de görmezlikten geliyor… ‘Alevilik İslam dışı bir dindir’ diyenlerle tartışmamaya girmeye özen gösteriyor. Bu eleştirileri bilmezlikten görmezlikten geliyor, yok sayıyor. Halbuki Şii İslamla, Rêya Heqîyê inançlılar arasındaki ilişki, bağ, mazlumluktur. Peygamberin torunlarının da Emevi ve Abbasiler döneminde ve daha sonra, Sünni İslam tarafından çok büyük baskılarla karşı karşıya kaldıkları bilinmektedir.

Burada kolektif belleğin hakikatle ilişkileri tamamen kesiliyor, hakikat siliniyor, yeni bir kolektif bellek, daha doğrusu bugünün resmi ihtiyaçlarına göre yeni bir bellek inşa edilmeye çalışılıyor. Resmi ideolojinin bu tutumu, bugün en çok kurumsal olarak üniversite tarafından savunuluyor. Üniversitenin bu tutumu, basın tarafından da bazı aydınlar ve yazarlar tarafından da savunuluyor.

Bu çerçevede, Rıza Yıldırım’ın ‘Geleneksel Alevilik, İnanç, İbadet, Kurumlar,Toplumsal Yapı, Kolektif Bellek’ (İletişim Yayınları, 2018, İstanbul) kitabını değerlendirmek yerinde olacaktır.

Dr. Rıza Yıldırım, Türkiye Odalar Ve Borsalar Birliği tarafından kurulan, Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nde, Tarih Bölümü’nde öğretim üyesidir. (s. 4)

Rıza Yıldırım’ın kitabında şöyle bir cümle var. “Bugün Aleviliğin, ‘İslam’ın özü’ olduğundan başlayıp ‘İslam’la alakasız, bağımsız bir din’ olduğuna kadar uzanan çok geniş bir yaklaşımlar spektrum ortaya çıkmış durumdadır.” (s. 24) Buna benzer bir cümle kitabın 36. sahifesinde de yer almaktadır.

Rıza Yıldırım, günümüzde Alevilik, olarak ifade edilen Rêya Heqîyê inancını, İslam’ın Şii koluyla ilişkilendiriyor. Alevilik dediği inancı, Şii İslam’ın, Kürdistan’daki, Anadolu’daki bir uzantısı olarak değerlendiriyor. Aleviliği, Şii İslam’la başlatıyor. Dinin, inancın Rêya Heqîyê köklerinin, görmezlikten, bilmezlikten geliyor. Aleviliğin İslam dışı bir din olduğunu söyleyenler olduğunu dile getiriyor fakat, onların düşüncelerine bir eleştiri getirmiyor. Böyle bir eleştiri yapmadan, Aleviliği İslam’la ilişkilendirmeye devam ediyor.

Bu bakımdan, Rıza Yıldırım’ın, yukarıda ifade edilmeye çalışılan ‘İslam’ın özü’ şeklindeki düşüncesinin, bir ezberi tekrar etmekten başka bir değeri yoktur. Temel sorular şunlar olmalıdır.

Gerek Sünni İslam’da, gerek Şii İslam’da, Cami, namaz, oruç, hac… vardır. Alevilikte bunların hiçbiri yoktur. Aleviler, namaz kılıyor mu, oruç tutuyor mu? O zaman Alevilik, nasıl İslam’ın özü oluyor.

Alevilik’te tek kadınla evlilik esastır. Gerek Sünni İslam’da, gerek Şii İslam’da çok kadınla evlilik ise çok yaygındır. Peygamber Muhammed, Dördüncü Halife, Birinci İmam Ali tek kadınla mı evlenmiş? Böyle bir hakikat orada dururken, bunları yok sayıp Aleviliğin İslam’ın özü olduğu nasıl söylenebiliyor?

Gerek Sünni İslam’da, gerek Şii İslam’da, içki yasaktır. Günah kabul edilir. Aleviler ise, çok rahat bir şekilde şarap, rakı içerler. Cem ayininde, katılanlara, dem dağıtılır. Böylesine büyük bir farka rağmen, Alevilik nasıl İslam’ın özü oluyor?

Gerek Sünni İslam’da, gerek Şii İslam’da kadınlar kapalıdır. Tepeden tırnağa çar içindedir. Bazı yerlerde kadınlar yüzlerini bil göstermezler. Sadece gözleri görünür. Kadınlar kamuda görülmezler. Çarşıya, pazara, ancak babaları erkek kardeşleri veya eşleriyle birlikte çıkabilirler. Alevilikte ise, kadınlarla erkekler daha çok eşitlik içindedirler. Kadınlar kamuda daha çok görünür. Örneğin, Alevilikteki Cem Ayini, Semah, kadını, erkeği kamuda eşit kılan bir anlayışa sahiptir. Gerek Sünni İslam’da, gerek Şii İslam’da, Semah benzeri bir kurum var mı? Peygamber Muhammed, Dördüncü Halife, Birinci İmam Ali Semah yapmış mı? İmam Hasan, İmam Hüseyin, Fatıma ana Cem yapmış mı? Tek başına, Semah, Cem Ayini bile Aleviliğin, İslam’dan ne kadar farklı olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Semah Bütün bunlara rağmen, Aleviliğin İslam’ın özü olduğu nasıl söylenebiliyor?

Gerek Sünni İslam’da, gerek Şii İslam’da, cennet-cehennem anlayışı çok yaygındır, derindir. Aleviler ise, cennetin de cehennemin de bu dünyada yaşandığını vurgularlar. Bu dünya, bazı insana için cennet, bazılar için cehennemdir.

Şii İslam’ın Doğuşu

Şiilik, Araplardaki bir iktidar kavgasıdır. Peygamber Muhammed, 632’de gerçekleşen Veda Haccından dönerken, Gadir Hum’da, Veda Haccı’na katılan herkesin önünde, ‘benden sonra halife Ali’dir. Beni seven Ali’yi de sever…’ diyor. Ama Peygamber Muhammed’in 632’deki vefatından sonra, bu istek yerine getirilmiyor. Ebubekir, Ömer ve Osman, Ali’yi safdışı bırakarak, Ebubekir’in halife olmasını sağlıyorlar. Ali Peygamber Muhammed’in defin işlemleriyle uğraşırken Ebubekir, Ömer ve Osman ve taraftarları böyle bir entrika içindedirler. Bu entrikanın gerçekleşmesi sırasında, Peygamber Muhammed’in cenazesi üç gün toprağa verilmeden odada tutuluyor. İslam’da Şia böyle bir iktidar kavgası sürecinde oluşmuştur. Ali taraftarlarına, yani Peygamber’in torunlarına Şia, Şii denmiştir.

632-634 yılları arasına Ebubekir halifelik yapıyor. 633-644 yılları arasında Ömer, 644-656 yılları arasında da Osman halifelik yapıyor. 656-661 yılları arasında da Ali halifelik yapmıştır. İslam, şiddet üzerinde gelişen bir din olmuştur. Ebubekir’den sonra üç halife de suikast yapılarak öldürülmüşlerdir.

Ali, Hasan, Hüseyin, Kerbela, Oniki İmam, Fatıma ana, Ehl-i beyt, evlad-ı resul, Mehdi… kavramları Şii İslam’ın kavramalarıdır. Bunun, Kürdlerle, Mezopotamya’da, Anadolu’da Rêya Heqîyê inancını yaşayan halklarla bir ilişkisi yoktur.

Rıza Yıldırım, kitabında, Alevi düşüncesini oluşturan kolektif menkıbelerden söz etmektedir. Bu menkıbelerden biri Alevi yolunu Ehl-i beyt’e bağlamaktadır. ‘Ali ile Muhammed bu yolu kuruyorlar. İmam Hasan, İmam Hüseyin, Hz. Ali Muhammed, Hz. Fatıma. Bu beş isim bu yolun sahibi. Bütün her şeyi, Aleviliğin kökünü kuran, yürüten bu beş kişi.’ (s. 337)

Kitapta Alevilik, bu düşünce çerçevesinde değerlendiriliyor. Bu düşünce çerçevesinde, inancın Rêya Heqîyê kökleri tamamen yok sayılıyor, günümüzde Alevilik denen inanç Ehl-i beyt’le başlatılıyor. Bu sırada, kolektif belleğin hakikatle ilişkisi tamamen kesiliyor, bugünün politik ihtiyaçlarına uygun yeni bir kolektif bellek inşa edilmeye çalışılıyor.

Bugünün, politik ihtiyacı, kökleri çok eskiye dayanan Rêya Heqîyê inancını tamamen yok sayıp, Alevilik diye yeni bir isim altında, bu inancı İslam’a, bağlamaktır. Bu aynı zamanda, Rêya Heqîyê inancıyla ilgili kolektif belleğin de silinmesini yeni bir bellek oluşturulmasını gerekli kılmaktadır.

Rıza Yıldırım, Amasya, Tokat, Çorum, Sivas illerinde 670 Alevi köyünde incelemeler yapıldığını 442 kişi ile derinlemesine mülakat yapıldığını söylemektedir. (s. 101) Burada, sorun, inceleme yapılan Alevi köylerinin sayısı, mülakat yapılan kişilerin sayısı değildir. Sorun, Alevileri Müslüman gösterme çabasıdır. Bunun için hakikatı silen, bugünün siyasal ihtiyaçlarına uygun olan yeni bir kolektif bellek uydurulmuştur.

Bu yazıda, tarihte, Rêya Heqîyê inançlılara Müslümanlaştırmak için çok yoğun operasyonlar yapıldığı vurgulanmıştır. Müslüman olmayı kabul etmeyenler çok büyük kitleler halinde kitlesel katliamlarla yok edilmişlerdir. Rêya Heqîyê inançlılar, İslam’ın yayılmasından itibaren çok yoğun saldırılarla karşılaşmışlardır. Bu saldırılardan korunmak için, kendini Müslüman gösterme, inançta, geleneklerde bazı değişiklikler yapma yoluna da gidilmiştir. Bugün bu saldırı üniversite aracılığıyla da sürdürülmektedir. Bilimsel araştırma adı altında Rêya Heqîyê inançlılar Müslüman yapılmaktadır.

Halbuki, buradaki temel sorun, Anadolu’da, Kürdistan’da, Rêya Heqîyê inançlıları, Şii İslam’ın nasıl etkilediğidir. Bu etkilemenin ne zaman başladığı nasıl geliştiğidir. Başka önemli bir soru da şu olabilir. Şii İslam, Kerbela, Necef, Bağdat gibi alanlarda geliştiği halde, neden buralarda değil de, İran’da Erdebil de kurumlaşmıştır? Bu kurumlaşmada dini yön mü siyasal yön mü daha ağır basmaktadır? Sasani devlet anlayışının, Oniki İmamcı Şii Anlayışına ne etkisi olmuştur?

 14. yüzyılın ortalarından 15. yüzyıl ortalarına kadar yaşayan, yüz yıl yaşadığı söylenen Kaygusuz Abdal, İslam karşısında, Rêya Heqîyê düşüncesini aksettiren şiirler yazmıştır.

Kıldan köprü yaratmışsın

Varsın Kullar geçsün deyü

Hele biz şöyle duralım,

Yiğit isen geç a Tanrı

Kaygusuz Abdal, başka bir şiirinde de şöyle demektedir:

Bakkal mısın, teraziyi neylersin,

İşin gücün yoktur gönül eylersin

Kulun günahını tartıp neylersin

Geçiver suçundan bundan sana ne?

Böylesine eleştirel bir Rêya Heqîyê düşüncesi nasıl Müslüman oluyor acaba? Gerek Sünni İslam’da, gerek Şii İslam’da böylesine bir Tanrı eleştirisi var mı? Bu anlayışı tarihten silmek mümkün mü? Bu anlayış çerçevesinde oluşan kolektif belleği silmek mümkün mü?

Rıza Yıldırım, Hz. Peygamber’in Mirac’ını (Hz. Muhammed’in gökyüzünde, Tanrı huzuruna çıktığı gece) ve Kırklar Meclisi’ni de Alevilerin Müslümanlığına bir delil olarak sunmaya çalışıyor. Mirac’da Muhammed’in önüne bir aslan çıkıyor. Aslan, saldırıya hazırlanıyor. Gaipten bir ses, ‘Muhammed parmağındaki yüzüğü aslanın ağzına at’ diyor. Muhammed öyle yapıyor. Aslan yumuşuyor, Muhammed öyle geçiyor…

Yüzük neyi anlatıyor? Yüzük, iktidarı, gücü, zenginliği temsil ediyor. Dört halifeler bu yüzüğü elde etmek için birbirlerine karşı entrikalar düzenlemediler mi? Muhammed bütün gücünden, iktidarından, zenginliğinden sıyrıldıktan sonra yoluna devam edebiliyor. İnancında adam öldürme olmayan dinler, gücü, iktidarı, zenginliği ancak kendi yarattıkları hikayelerle alt edebiliyor… Bu da o hikayelerden, menkıbelerden biridir.

Hz. Muhammed Mirac’da yoluna devam ediyor. Dört kapılı bir hanla karşılaşıyor. Birinci kapıyı çalıyor… İçerden bir ses ‘Kim o?’ diyor. ‘’Hz. Muhammed’ diye cevaplıyor. İçerden bir ses, ‘Biz böyle bir kişiyi tanımıyoruz.’ diyor.

Hz. Muhammed dönüş yapacağı sırada, gaipten bir ses, ‘ikinci kapıya git Muhammed’ diyor. Hz. Muhammed İkinci kapıya gider, kapıyı tak tak… çalar. İçerden bir ses ‘Kim o?’der. ‘İslam cemaatinin peygamberi Hz. Muhammed’ der. İçerden bir ses, ‘Senin peygamberliğin, ancak senin camaatinde geçerli olur,’ der. Kapıyı açmaz.

Hz. Muhammed, geriye dönüş yapacağı sırada, gaipten bir ses, ‘Muhammed üçüncü kapıya git’ der. Üçüncü kapıya gider. Kapıyı tak tak çalar. İçerden bir ses, ‘Kim o?’ der. Hz. Muhammed, ‘Allahın resulü Hz. Muhammed‘ cevabı verir. İçerdekiler bu cevabı da muteber bulmazlar.

Muhammed, geriye dönüş yapacağı sırada, içerden bir ses ‘dördüncü kapıya git Muhammed’ der. ‘kim o’ diye sordukları zaman, ‘fakir bir kul Muhammed’ dersin, diye devam eder. Hz. Muhammed dördüncü kapıya gider, ‘Kim o?’ diye sorduklarında, ‘Fakir bir kul Muhammed’ der. O zaman içeri alınır…

Bu menkıbe neyi anlatıyor? Alevilerin Müslüman olduğunu mu anlatıyor? Hayır, bugün, Alevi diye ifade edilen Rêya Heqîyê inançlıların, yoksulluğu üstün tuttuğunu, zenginliğe, güce, iktidara meydan okuduğunu anlatıyor… Gücü, iktidarı, zenginliği, kendi yarattıkları hikayelerle yendiklerini anlatıyor.

Bugün Alevi diye anılan Rêya Heqîyê inançlıları Müslüman gösterme sadece Rıza Yıldırım’ın işi değil. Üniversite’nin tutumu böyle. Basının, aydınların, genel olarak yazarların tutumu böyle. ‘Kızılbaşlık, Alevilik, Bektaşilik, Tarih, Kimlik, İnanç, Ritüel’ (Derleyen Yalçın Çakmak, İmran Gürtaş, İletişim Yayınları, 2. baskı, 2016 İstanbul kitabı bu bakından dikkate değer…)

Bu kitapta, Dersim doğumlu araştırmacıların, yazarların incelemeleri de var. Onların bazıları da, Munzur Baba’yı, Düzgün Baba’yı, Sülbüs Baba’yı, dağları, suları, güneşi vs. unutmuş, Dedelerin, Ocakların, Kerbela’dan, Necef’ten, Erdebil’den vs. aldıkları şecerelerden, icazetnamelerden, Oniki İmamlara nasıl bağlandıklarından söz ediyorlar… Bu şecerelerin, icazetnamelerin hepsi sahtedir. Şah İsmail’in kendisini Yedinci İmam Musa Kazım’a bağlayan şeceresi de sahtedir. Şah İsmail’in atalarının, Irak’ta, Sincar tarafından, Kürd kökenli olduğu, Kürd olduğu bilinmektedir. 14. yüzyıl, 15. yüzyılın ilk çeyreği… (Murad Ciwan, Çaldıran Savaşı’nda Osmanlılar, Safeviler ve Kürdler, İlk Kürt-Osmanlı İttifakı, 1514 Avesta, 2015 İstanbul, s. 63)

Na xebere 5614 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.