zazaki.net
19 Adare 2024 Sêşeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
27 Oktobre 2018 Şeme 20:38

Kürdçe Yasaklarının İşlevi

İsmail Beşikçi

Devletin, Cumhuriyet’den beri sistematik ve kararlı bir şekilde uyguladığı çok önemli bir politika Kürdçe yasakları olmuştur. Şark Islahat Planı’ndan beri hazırlanan gizli raporların önerdiği en önemli konu Kürdçe yasaklarıdır. Kürdlerin yaşadığı her alanda, Kürdçe’nin yasaklanması, Türkçe’nin öğretilmesi, egemen kılınması, devletin çok önemli bir çabasıdır. Devlet ve hükümet yönetiminin, devlet bürokrasisinin üst kademe elemanları tarafından sık sık hazırlanan gizli raporlarda söylenen, önerilen en önemli konu budur. Bu raporların, bu elemanlar tarafından bölgeye yapılan gezilerden sonra hazırlandığı bilinmektedir.

İttihat ve Terakki yönetimi döneminde, 1916’da, sistematik bir şekilde yapılan büyük kitleler halinde gerçekleşen Kürd sürgünlerinin çok önemli bir boyutu, bu dönemde de dile getirilen Kürdçe yasaklarını yaşama geçirmektir. Geniş Kürd halk kitlelerine Türkçeyi egemen kılmak için sürgünlerin çok olumlu bir ortam yarattığı açıktır. Kürdistan’dan büyük kitleler halinde sürgün edilen, Türkiye’nin orta ve batı bölgelerinde, Trakya’da ve Karadeniz havalisinde yerleşmeye zorlanan Kürdlerin, Türklüğe asimile olmaları için bu operasyonların gerçekleştirildiği açıktır. Sürgün edilen Kürdlerin bu bölgelerde, kırsal alanlarda, köylerde, toplam nüfusun % 10’unu, bazı yerlerde % 5’ini geçmemek üzere dağıtılmaları bu amaç doğrultusunda tasarlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde, Erzurum, Bitlis, Van bölgelerinden, 800 bin civarında Kürdün, Rus işgali bahanesiyle sürgün edildiği, bunların çoğunun yollarda, açlık, susuzluk, hastalık vs. nedenlerden dolayı telef olduğu belgelerle ortaya konmaktadır. (Bk. Pervin Erbil, Zağros’un Ötesine, Zamana Yayılmış Kürd Tehcir Gerçeği, Peri Yayınları, İstanbul, 2016, s. 39 vd.) Bu konuda, Cemal Temel’in çok kapsamlı bir çalışma içinde olduğunu, bir yıl içinde, bu çalışmanın, okuyucularla buluşabileceğini de belirtelim…

Devletin Kürdçe yasakları konusundaki bilinci, neden Kürdçe yasaklarına ihtiyaç duyduğu, bu konudaki bilinci çok gelişkindir, yoğundur. Mustafa Kemal’in bu konudaki düşüncesi ilgi çekicidir. Mustafa Kemal, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu üyelerine şöyle sesleniyor: “Biz Balkanları neden kaybettik biliyor musunuz? Bunun tek bir sebebi vardır. Bu da İslav Araştırma Cemiyetlerinin kurduğu dil kurumlarıdır. Bizim içimizdeki insanların milli şuurlarını uyandırdığı zaman, biz Balkanlarda Trakya hududuna çekildik.’ (Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Hazırlayan Utkan Kocatürk, Turhan Kitabevi, 1984, s. 149)

Mustafa Kemal bu düşüncesini iki şekilde kullanmıştır. İlk olarak, Türklerin, milli şuurlarını uyandırmak için, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil kurumu gibi kurumların yoğun ve yaygın bir şekilde gelişmesini sağlamıştır. İkinci olarak ise, Kürdlerdeki muhtemel siyasal, toplumsal ve kültürel gelişmeleri önlemek için, Kürdlerdeki milli şuurun uyanmasına engel olmak için Kürdçenin yasaklanması yolunda çok yoğun bir çaba içine girmiştir. Devletin, bu yasaklar konusundaki bilincinin çok yüksek olduğunu belirtmeye çalışıyoruz. Ama Kürdlerin, Kürd aydınlarını önemli bir kısmının, Kürdçe yasakları konusunda sağlıklı bir bilince sahip oldukları söylenemez.

Devletin, Kürdler konusunda. Kürdçe konusunda en önemli politikası asimilasyondur. Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu. Alevilerin Müslümanlığa asimilasyonu da bu konuda çok önemli bir süreçtir. Okullar, kışla, askerlik, yargı kurumları, basın, asimilasyon konusunda çok önemli kategorilerdir. Aile, din, bu konularda yine çok önemli kurumlardır.

Kürdlerin, Kürdçe’nin inkarı, aşağılanması, ilkellikle anılması, 1930’larda, 40’larda, 50’lerde, 60’larda, halk üzerinde önemli etkiler yapmıştır. Bazı ilçe merkezlerinde, halk, kendisine ‘bajari’ demiş, Türklükle ilişkilenmeye çalışmıştır. Kürd köylülerine, Kürd demiş, onları aşağılamaya başlamıştır. Aşağılanan, ilkellikle suçlanana köylüler, haftanın bir günü şehirdeki pazara geldiklerinde, yollarda, ilkel Kürd denerek çocuklar tarafından taşlanmıştır. Köylüler, esnaf tarafından da aşağılanmaktadır. Taşlama, aşağılama olayları, 60’ların sonlarında, 70’lerde sol örgütlerin kurulup köylülere sahip çıkmasıyla, morale kavuşan köylülerin, taş atan çocuklara ve esnafa direnişiyle sonlanmaya başlamıştır. İbrahim Küreken, bu süreci ‘Parçası, Tanığı, Mahkumu, Sürgünü Oldum (İletişim, Ağustos 2016) kitabında, Siverek özelinde anlatmaktadır. İbrahim Küreken, bu süreci, ’78 Kuşağının Şen Çocukları’ kitabında, kendisiyle yapılan görüşmede de anlatmaktadır. Bu kitap Ramon Kahraman tarafından hazırlanmıştır. (J&J, Ağustos 2018, s.382-392)

Karakol, Okul, Cami

Köylerde üç önemli kamu kurumu vardır: Karakol, Okul, Cami. Üç kamu kurumunun da Kürdler için anlamı kelepçedir. Karakol, Kürdler için, hak, özgürlük isteyenlerin ellerine, ayaklarına, bedenlerine kelepçe vurur. Okul Kürdlerin beyinlerine kelepçe vurur. Kürdlerin, Kürdçe’nin küçümsenmesi, ilkelikle ele anılması, ilkel milliyetçilikle değerlendirilmesi, Türklerin, Türkçenin üstün kılınması, büyütülmesi, vs. Kürd bölgelerinde okulların, çok önemli bir çabasıdır, işlevidir. Hatta Kürdistan’da, okulların tek işlevi budur, denebilir. Kürdlere Türk olduğunu öğretmek, Alevilere Müslüman olduklarını öğretmek… Cami, Kürdlerin yüreklerine kelepçe vurur. Kardeşiz, İslam kardeşliği esastır, bu ümmet kardeşliği esastır, İslamda kavmiyet gütmek yoktur, kavmiyet gütmek İslam’a aykırıdır gibi söylemi bu çerçevede gündeme gelir.

Bugün 22 Arap devleti vardır. Filistin Arap Devleti’yle 23 olacaktır. 57 İslam devleti vardır. Bunların hepsi de kavmiyet güderek gerçekleştirilmiştir. Yani, Türklük için, Araplık için, Farslık için gerçekleştirilmiştir. Kürdlerin hakları ve özgürlükleri gündeme geldiği zaman, Kürdler bu hakları ve özgürlükleri gündeme getirdikleri zaman, bu tür sloganların kullanıma sokulması, kendileri için istediklerini başkaları için istememek anlamına gelmektedir. Bu da ırkçılıktan başka bir şey değildir.

Kardeşlik sloganına en çok kanan da Kürdlerdir. Müslüman Bengal halkı, Müslüman Pakistan devletinden haklarını ve özgürlüklerinin talep ettiği zaman da bu talepler ‘biz kardeşiz…’ sloganıyla engellenmiştir. Ama Müslüman Bengal halkı, Müslüman Pakistan Devleti’ne, ‘Biz kardeş değiliz, kardeş olsaydık, topraklarımızı işgal etmezdiniz, dilimizi yasaklamazdınız, çocuklarımızı asimile etmeye kalkışmazdınız… Bu bakımdan biz kardeş değiliz, bize kardeşlik değil düşmanlık yapıyorsunuz…’ diyebilmiştir. Bengal Dil Hareketini incelemek bu bakımlardan Kürdler için önemli olmalıdır. Bu slogan günümüzde, Kürdler tarafından, ‘Müslüman Arap, Fars, Türk halklarıyla bir sorunumuz yok, sorun, devlet yöneticilerinin tutumunda kaynaklanıyor…’ şeklinde ifade ediliyor. Peki, soralım… 16 Mart 1988’de, Kürdler Halepçe’de soykırıma uğradıklarında, Müslüman, Türk, Arap, Fars halkları, soykırıma karşı, Ankara’da,İstanbul’da, Bağdat’da, Şam’da, Tahran’da bir gösteri yapmış mıdır, Saddam Hüseyin rejimini eleştirmiş midir? Devletlerden söz edilmiyor, Müslüman halklardan söz ediliyor.

Şöyle denebilir. Kürd soykırımına karşı, dünyanın hiçbir yerinde bir gösteri olmadı. Evet, olmadı… Hatta, o tarihte, İslam Konferansı Kuveyt’de toplantı halindeydi… Orada da bir tepki gelişmedi. Herkes, görmeme, duymama, bilmeme tutumunu sürdürüyordu. Ama, İsrail’de, bu soykırımı protesto eden, dünyaya duyuran, büyük kitlelerin katıldığı bir gösteri oldu… Burada önemli olan şudur. Demokratik olmayan bu gibi ülkelerde, halkın düşüncesini ve eylemini belirleyen de devlettir. Devlet okullarla ve kışla aracılığıyla, basınla, aile, din gibi toplumsal kurumlarla, adalet kurumlarıyla, halkın düşüncesini ve eylemini belirler… Bu düşünceler ve eylemler her zaman devletin istediği şekilde gelişir. Bu bakımdan, ‘Müslüman Arap, Fars Türk halklarıyla sorunumuz yok, sorun devlet yöneticilerinin tutumundan kaynaklanıyor…’ anlayışı anlamlı bir söz değildir, bir slogan olmanın dışında bir değeri yoktur.

Kürdçe yasakları konusuna devam edelim… 1940’larda yaşama geçen Köy Enstitüleri’nin anlamı Türkler ve Kürdler için çok değişiktir. Türkler için elbette ileri bir eğitim kurumudur, Kürdler için ise tam anlamıyla asimilasyon kurumudur. Dicle, Cilavuz, Akçadağ gibi Köy Enstitülerinden birinden mezun olup öğretmen olan Kürdlerin önemli bir kısmı, Kürd köylerindeki bir okula öğretmen olarak tayin edildiklerinde yaptıkları ilk iş Kürdçe’yi yasaklamak olmuştur. Eğitim süreci boyunca o artık Kürdlükten tamamen kopmuştur, Kürdlük onun için artık ilkel bir kategoridir. O artık Türklük için çalışacaktır…

27 Mayıs’tan sonra, 1960’ların başlarında gündeme gelen, yaşama geçirilen Bölge Yatılı İlkokulları, asimilasyona hizmet eden bir içerikle özelikle Kürd bölgelerinde uygulanmıştır. Kürd diye bir halk olmadığı, Kürdçe diye bir dil olmadığı, Kürdçe’nin 30 kelimesinin bile olmadığı, Türklerin ise çok büyük bir millet olduğu, dünya medeniyetini yaratan bir millet olduğu, 6-7 yaşlarından itibaren Kürd çocuklarının zihinlerine şırınga edilir. Çocukların zihinlerine başka bilgilerin, bu görüşlere aykırı bilgilerin girmesine engel olmak için, her türlü eylem, yasak gündeme gelir.

1928 Harf Devrimi’nin de Türkler ve Kürdler için anlamı çok değişiktir. Harf Devrimiyle, Türklere çok yeni bir tarih ve toplum bilinci verilmeye çalışılmaktadır. Türkleri, Osmanlı tarihinden, Osmanlı toplum değerlerinden koparmak eski çağlardaki Türk tarihine yöneltmek esastır. Bu Türk tarihinin Türk toplumunun yeni bir boyutunu gündeme getirmek anlamına gelir. Harf Devrimi’nin Kürdler için anlamı ise çok farklıdır. Harf Devrimi’nin gerisinde, Kürdleri, Kürdlükten ve Kürdçeden koparmayı esas alan bir anlayış vardır. 1928 Harf Devrimi’nin Kürdçe Yasakları ile gündeme geldiği bilinmektedir. Kürdçe yasaklarının ve Harf Devriminin önemli bir boyutu da, Osmanlı döneminin son yıllarında üretilen Kürdçe literatürün tamamen imha edilmesini gerekli kılmasıdır. Devlet kütüphanelerindeki Kürdçe literatürün önemli bir kısmı tamamen imha edilmiş, geri kalanlar da kilit altına alınıp depolarda çürümeye terkedilmiş, kataloglar yeniden düzenlenmiştir.

Böyle bir ortamda, 6-7 yaşlarındaki çocukların, hiçbir kayıt olmayan, boş, bembeyaz zihinlerine ne aşılanırsa onun kalıcı olacağı açıktır. Kürdlerin, Kürdçe’nin ilkel, zararlı olduğu, her gün aşılanırsa, zihinlere bu bilgilerin yerleşeceği besbellidir. Kürdçe yasaklarından ve Kürdçe literatürün tamamen imha edilmiş olmasından dolayı, Kürdlere ve Kürdçe’ye ilişkin hayatı dile getiren anlatıların ortada bırakılmamış olmasından dolayı, bu anlayışın ciddi bir dirençle karşılaşmayacağı da açıktır.

Kürdçe yasakları ile birlikte gündeme gelen Harf Devrimi’nin önemli bir boyutu da sürgünlerdir. Kürdleri, Kürdçe’yi, Kürdlerin demokratik haklarını savunabilecek olan kişilerden bir kısmının çatışmalarda öldürüldüğü, bir kısmının cezaevlerine kapatıldığı, önemli bir kısmının da firar, sürgün yaşadığı, Kürdistan’la, Kürd toplumuyla bağının kopartılmaya gayret edildiği şüphesizdir. Kürdçe yasaklarıyla, Harf Devrimiyle gündeme gelen farklı bir konu da Kürd folklorunun gasbedilip Türkçe sözlerle, Türk folkloru gibi gösterilmeye çalışılmasıdır. Burada aslen Kürd olan ses sanatçılarının kullanılması dikkatlerden uzak değildir.

‘Her Türlü Milliyetçilik Kötüdür, Türk Milliyetçiliği de Kötüdür, Kürd Milliyetçiliği de Kütüdür’ Anlayışı

Son yıllarda, ‘Her türlü milliyetçilik kötüdür, Türk milliyetçiliği de kötüdür, Kürt milliyetçıliği de kötüdür’ anlayışı sık sık gündeme gelmektedir. Dikkat edilirse, bu anlayış her iki milliyetçiliği de aynı kefeye, aynı torbaya koymaktadır. Her iki milliyetçilik de aynı kefede, aynı torbada değerlendirilmektedir. Ve bu sloganların, Türk aydınları ve Kürd aydınları tarafından dile getirilmesi sürüp gitmektedir.

Halbuki, Türk milliyetçiliği devlet milliyetçiliğidir. Devlet tarafından korunan, kollanan, propagandası yapılan bir milliyetçiliktir. Türk milliyetçiliği Atatürk milliyetçiliği olarak da gündeme gelmektedir. Kamu yönetimi bunun için vardır. Ana okulundan üniversiteye kadar bütün okullar, kışla, cami, Türk milliyetçiliğinin korumak, kollamak, geliştirmek için çok yoğun bir çaba içindedir. Yargı organları, basın bunun için vardır. Aile, din, siyasal partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluşlarının çok büyük bir kısmı bu anlayış doğrultusunda çaba yürütür. Kürdlerin, Kürdçe’nin inkarı, reddi, Kürdçe’nin yok edilmek için çalışılması, Türk milliyetçiliğinin içeriğindedir. Kürtlüğü yok etmek, Türk milliyetçiliğinin çok önemli bir amacıdır. Türk milliyetçiliği işgalci, asimilasyoncudur. Çoğu zaman ırkçılık, Türk milliyetçiliği olarak da anlatılmaktadır.

Kürd milliyetçiliği ise, baskı, zulüm altında olan Kürdlük duygularının gün ışığına çıkarılması, yaşanması anlamına gelmektedir. Baskı altında olan, Kürd dilinin, baskıdan kurtarılması, Kürd dilinin yaşam bulması için çalışılması anlamına gelmektedir. Baskıya karşı bir direnç ifade ettiği için evrensel bir yönü de vardır.

Şurası çok açıktır. Kürd milliyetçiliğinin, işgalci, asimilasyoncu bir özü, yönü yoktur. Kürdler, tarihte hiçbir zaman başka ülkeleri işgal etmek için çaba içinde olmamışlardır. Başka ulusları, halkları Kürtlüğe asimile etmek gibi bir amaçları yoktur. Kürdlerin bütün amacı, baskı, zulüm altında olan Kürd dilini, gün yüzüne çıkarmak, Kürd diliyle yaşamaktır.

 Şunca ömrüm boyunca, ‘Kürdler dünyanın en asil ırkıdır’, ‘Kürd dili bütün dillerin atasıdır’ vs. diyen bir Kürde rastlamadım. Böyle diyen bir Kürd varsa, bunun, bireysel, nostaljik bir duygu olduğunu belirtmek gerekir. Bu duyguyu yaşama geçirmek için kamu yönetimin mi var? Çocukları, gençleri bu amaç doğrultusunda yetiştirecek okulların mı var? Basının, siyasal partilerin, sivil toplum kurumların mı var? Aile, din, sendika gibi kurumları bu amaç doğrultusunda seferber edebilir misin? Aykırı duyguları, düşünceleri, eylemleri engelleyebilecek, cezalandırabilecek yargı organların mı var? Bu cezaları infaz edebilecek cezaevlerin mi var?

Kürdlerin tarihte ilk göründükleri alan Zağroslar’dır, Zağroslar çevreleridir. Kürdler tarihte hep bu alanda kalmışladır. Şöyle söylenebilir. Doğa, Tanrı, Kürdlere ne verdiyse, Kürdler hep orada yaşamışlar, orada kalmışlardır. Oralara sahip çıkmaya çalışmışlardır.

Kürdlerin, Ermenilerle, Asuri-Süryanilerle ilgili tarihsel sorunları olabilir. Ama bu sorunların kaynağının Osmanlı yöneticileri olduğu dikkatlerden uzak tutmamak gerekir. Ayrıca bu, bu halklarla yapılacak görüşmelerle çözümlenebilir.

Bütün bunlardan dolayı, Türk milliyetçiliği ile Kürd milliyetçiliğini aynı kefeye koyan Kürdlerin bir aymazlık içinde oldukları, Kürdçe yasaklarının hiç kavramadıkları, Kürdçe yasaklarının işlevini farketmedikleri söylenebilir. Bunun temel nedeni elbette, Türk soluyla kurulan ezberden ilişkilerdir. Türk solunu taklit çabasıdır.

Devletin, Kürdçe yasakları konusundaki bilinci çok yoğundur, çok derindir. Bu Osmanlının, son dönemlerinden, İttihat ve Terakki’den beri böyledir. Cumhuriyetle birlikte çok daha sistematik, kararlı olmuştur. Kürdlerin bu konudaki bilinci ise, maalesef çok cılızdır, hatta yok denebilecek bir seviyededir.

Mustafa Özer’in, Darbeler, Türk Yargısı ve Kürdler (J&J, Ağustos 2018) isimli bir kitabı var. Bu kitapta, 12 Eylül dönemine ilişkin bazı yargılamalarda yapılan savunmalardan örnekler var. Bu örnekler arasında, müvekkilleriyle ilgili savunmalarından dolayı yargılanan avukatların savunmaları da var. Bu savunmalarda, Kürd toplumu, Kürdistan hakkında önemli belirlemeler olmasına rağmen Kürdçe yasaklarıyla ilgili bir tutum, bir belirme yok…

12 Mart döneminde, Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde, Kürdçe ile ilgili çok önemli savunmalar yapılmıştı. Bu, yerine ve zamanına göre çok ileri bir tutumdu. 12 Eylül döneminde, Kürdçe’yle ilgili olarak böyle savunmaların olmaması dikkat çekici…

Bazı Kürdler, Kürd millliyetçiliği gündeme geldiği zaman, ‘Ben milliyetçi değilim, ben insanım, ben sosyalistim…’ gibi sözler ediyor. Bazı Kürdler de, ‘Ben milliyetçi değilim, ben İslam’ım, ben İslam ümmetindenim…’ gibi sözler ediyor. Bu, Kürd olmaktan, baskı altında olan Kürdlükten, Kürdçe’den, Kürdçe’yi savunma gereğinden kaçıştan başka bir şey değildir.

İnsan olmak, baskı altında olan Kürdlüğü, Kürdçeyi savunmaktan geçer. Bu görevlerden kaçarak nasıl insan olunabilir?

Eleştiri…

Yukarıda, devletin, Kürdlere ilişkin en önemli politikasının asimilasyon olduğunu, Kürdçe yasaklarının, bu konuda çok büyük bir işleve sahip olduğunu vurgulamaya çalışmıştık. Kürdlerin de bunun tam tersine, Kürdçeyi yaşama, yaşatma, koruma, geliştirme konusunda bilinçli bir çaba içinde olması gerekirdi. Fakat öyle olmadı. 1984’de gerilla başladı. PKK, Kürdistan’ın çeşitli bölgelerinden gerillaya katılanlara Türkçe öğretmeye çalıştı. Dağda bu konuda Kurslar açtı. Ama Kürdçe bilmeyenler için yeteri kadar Kürdçe bilmeyenlere kurslar açma gereğini duymadı… Eğitimini, haberleşmesini, derslerini, programlarını bütün ilişkilerini Türkçe yürüttü. Hatta Kürdçe öğrenmek için, Kürdçeyi ilerletmek için çaba harcayanları isteklerine duyarsız kaldı. Bu, devletin çok büyük bir hassasiyetle üzerinde durduğu konuda, devletin yanında yer almak anlamına gelir. Bu tutumun halk üzerinde çok olumsuz bir etkisi olmuştur. Gerillaya şevkle, sevgiyle bağlanan halk da Kürdçe’nin ilkel, önemsiz, olduğunu, Kürdçeden kopup Türkçe öğrenmek gerektiğini düşünmeye başlamıştır. Eline tutuşturulan mesajın da Türkçe olduğunu farkeden insanlar, Kürdçeden kopmaya çocuklarının da Türkçe öğrenmesi için çaba göstermeye başlamıştır.

Bugün, Kürd aydınlarının bir kısmı, anılarının yazmaya, yayımlamaya çalışmaktadır. Ortak anıların bir kısmı genel olarak şöyledir: ‘İlkokula başladığım da tek kelime Türkçe bilmiyordum. Okul arkadaşlarım da bilmiyordu. Bizi döverek, aşağılayarak, dilimiz Kürdçeyi, ailelerimizi aşağılayarak, Kürdçeyi yasaklayarak, Kürdçe konuşanlara çeşitli cezalar vererek bize Türkçe öğretmeye çalıştılar, Kürdçeyi unutmamız için Kürdçeden uzaklaşmanın, kopmanın sağlanması için her türlü önlemi aldılar…’ Dikkat edilirse, devletin, okullarda, zorla, baskıyla öğretmeye çalıştığı Türkçeyi, siz, dağda bile gönüllü yapıyorsunuz. Kürdçeyi yaşama, yaşatma konusunda hassasiyet içinde olmayarak Kürdçenin unutulmasına yardımcı oluyorsunuz.

Bu tutumun zamanla ortaya çıkardığı sonuçlara baktığımızda, çok olumsuz durumlarla karşılaşıyoruz. Bugün Kürd bölgelerinde yoğun, yaygın bir asimilasyonun, Kürdçe’den kopmanın, uzaklaşmanın Türkçe konuşmaya gayretin arttığı gözlenmektedir. Bu gelişmede, PKK’nin bu tutumunun da dikkatlerden uzak tutulmaması gerekir.

Öbür Kürd örgütlerinin tutumları da bundan farklı değildir. Onların da Kürdçeye karşı hassasiyet içinde oldukları söylenemez. Kürdçenin yaşanması, yaşatılması, korunması, geliştirilmesi konusunda çaba içinde oldukları söylenemez. 22 Şubat Dünya Anadil Günü, 15 Mayıs Kürd Basın Günü gibi günlerin nasıl kutlandığına bakmak bu konuda ipucu olabilir. Bu ‘Günler’e katılan arkadaşların önemli bir kısmı, konuşmalarını genel olarak Kürdçe yapmaktadır. Ama, bu ‘Günler’de konuşmalarını Kürdçe yapmak gereğini duyanlar bile, akşam evlerine döndükleri zaman, eşleriyle, çocuklarıyla Türkçe konuşmaktadırlar. Bu bakımdan bu ‘Günler’de Kürdçe konuşmak da şov olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.

Kürdçe’ye Karşı İlgisizliğin Siyasete Yansıması

24 Haziran 2018 Genel Seçimleri sonunda, Parlameyo’ya Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) 67 milletvekili girdi. İlk soru şu olmalıdır. Bu milletvekillerinin kaçı Kürddür. İkinci soru şu olmalıdır: Bu Kürd milletvfekillerinden kaçı Kürdçe konuşabilmektedir, yazabilmektedir, Kürdçe metinleri okuyabilmektedir? Bunlardan çok daha önemli üçüncü bir soru da şu olmalıdır. Bu Kürd milletvekillerinin çocuklarının % kaçı Kürdçe konuşabilmektedir, yazabilmektedir, Kürdçe metinleri okuyabilmektedir?

Bu rakamların hiç de iç acıcı olmadığı bilinmektedir. Bugün Diyarbakır’da, Batman’da, Van’da, Hakkari’de, Sason’da vs. sokakları, sokak aralarını dolaşın… Evlerinin önünde, sokaklarda oynayan çocukları izleyin… Bu çocuklar, oyunlarında, birbirleriyle kavgalarında hangi dili konuşuyorlar? Eğer bu dil, Kürdçe değilse, Kürdler, Kürdistan çok büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Geleceği belirleyenin çocuklar olduğu, çocukların eğitimi olduğu açıktır.

Türkiyelileşme sağlıklı bir politika değildir. Bu Kürdi, Kürdistani değerlerden kopma anlamına gelmektedir. Ama Kürdi, Kürdistani değerleri Türk toplumuna götürme gibi bir çabası yoktur. PKK/KCK bu değerleri Qendil’e götürme ihtiyacını bile duymamıştır. Türkiye’ye neden götürsün? Bugün Türkiyelileşmenin, Kürd olmayan bazı kişileri, TBMM’ye taşımaktan başka bir işlevi yoktur. Bu da hamallıktan başka bir şey değildir. Burada, enternasyonalizm gibi bazı kavramlar kullanmak, temeldeki esas sorunları örtmek, gizlemek anlamına gelir. Temeldeki sorun elbette Kürdçedir. Kürdçeye karşı gösterilen tutumdur. Sol enternasyonalizm de, ümmetçi enternasyonalizm de bu konuda olumsuz düşünceler, eylemler içindedir…

Her ot kendi kökü üzerinde yükselir. Kürdlerin kökü de elbette Kürdçedir. Kürdçeden koptun mu, Kürd/Kürdistan mücadelesinin hiçbir anlamı kalmaz. Bu anlayışa karşı şöyle bir eleştiri yapılabilir. İşte Kürdistan’ın Güneyi… Kürdistan Bölgesel Yönetimi… Herkes Kürdçe konuşuyor, Kürdçe yazıyıor, Kürdçe okuyor. Basın, radyo-TV Kürdçe… Ama orada da milli duygular çok zayıf. Kürdi tavır, Kürdistani tavır çok zayıf… Sık sık ihanet yaşanıyor… Bu eleştiride haklılık payları var. Bu bakımdan şöyle söylemek daha doğru… Kürdçe konuşma, yazma, okuma elbette çok önemli, elzem, ama yeterli değil… Milli duyguları, Kürdi, Kürdistani tutumları geliştirici bir eğitim sistemi de önemli…

Londra’da oturan bir Alman yazar düşünelim… Bu Alman’ın, Almanca mı yazdığı, İngilizce mi yazdığı hiç önemli değildir. Ama İstanbul’da, Ankara’da oturan bir Kürd yazar, bu Alman yazar kadar özgür ve rahat değildir. Bu Kürd yazar, resmi ideolojinin baskısını her zaman hisseder. En azından şöyle düşünür. Kürdçe yazarsam beni ancak 15-20 kişi okur, Türkçe yazarsam belki bin kişi okur. Bir yazarın böyle endişeler içinde olması, çok daha okunur olmak istemesi çok doğaldır. Ticari kaygılar içinde olması da doğaldır. Ama bu dönem, Kürdçeyi yaşam dili haline getirme, yazı dili haline getirme dönemi olmalıdır. Kürdler arasında Kürdçe okur-yazarlık arttığı zaman, bütün bu kaygılar da azalacaktır. Önümüzdeki dönemde bu tür çabaları arttırmak, geliştirmek gerekir.

Bülent Tekin’in Yazısı

Bülent Tekin, HDP’nin politikasını, Türk soluyla ilişkilerini eleştiren yazılar yazmaktadır. Kanımca, bu yazıları önemsemek, üzerinde düşünmek gerekir. Bülent Tekin’nin son yazılarından biri ‘Kürdler, HDP’ye Oy Verneyebilir’ (7 Ekim 2018) başlığını taşımaktadır. Bu yazı 24 Haziran seçimlerinde HDP listesinden seçilen iki milletvekilinin, HDP’den ayrılıp Türkiye İşçi Partisi (TİP) geçişleriyle ilgilidir. Bülent Tekin, HDP’nin aday seçerken. Kürdlerden uzaklaştığını, Kürd/Kürdistan sorunları bunca ağırlık taşırken, Kürd olmayanları Meclise taşımanın hamallık olduğunu vurgulamaktadır.

Bu tür eleştiriler, Halil İdrahim Baran, Ümit Fırat gibi Kürd aydınları tarafından da yapılmaktadır. Halil İbrahim Baran ‘Seni Belediye Başkanı Yaptırmayacağız (Kurdistan24, 22 Ekim 2018), Ümit Fırat, HDP’nin Altı Yılı (Kurdistan24, 22 Ekim 2018) başlıklı yazılarında benzer eleştirilere yer vermektedir.

Bir Varsayım

7 Haziran 2015 seçimlerinde, HDP, TBMM’ye 80 milletvekili ile geldi. Bundan sonra, önce Varto’da, daha sonra Silvan, Yüksekova, Cizre, Sur, Hazro gibi alanlarda Demokratik Özerklikler açıklandı. 17 yerde bu açıklamaların yapıldığı söyleniyor. Bu açıklamaları yapan eş başkanlar gözaltına alındı, tutuklandı… Sur, Cizre, Yüksekova gibi alanlarda hendek savaşları başladı… Bu savaşlar sonunda Sur, Cizre gibi alanlar çok büyük bir tahribata uğradı. Binlerce genç Kürd yaşamını yitirdi.

Varsayım bu dönemle ilgilidir.

Gözaltına alınan, tutuklanan eşbaşkanların, emniyet’de, savcılıkta, mahkemede ve cezaevinde, her yerde Kürdçe konuştuğunu düşünelim… Bu tutumun sadece bir ilçede değil, demokratik özerklik ilan edilen 17 alanda, aynı günlerde gerçekleştirildiğini düşünelim. Demokratik özerklikten ne anlaşılıyorsa, bunun, Kürdçe olarak ifade edildiğini düşünelim. Doğal olan da zaten budur, Kürdlerin Kürdçe konuşmasıdır.

Bu süreçte güvenlik birimleriyle, adalet birimleriyle, infaz birimleriyle tutuklular arasında, gerginlikler yaşanabilir. Örneğin, şöyle söylenebilir: Sen öğretmensin, avukatsın, üniversite öğrencisisin, lise bitirmişsin, iş adamısın, iş kadınısın, İstanbul’a gidip geliyorsun, mal alıyorsun, mal satıyorsun, Türkçe konuşuyorsun, burada Türkçe konuş vs. Bu isteğe karşı şöyle denebilir: Ben elbette Türkçe biliyorum. Ama kendi anadilimle konuşacağım, Kürdçe konuşacağım… Bu benim Kürd olmaktan doğan bir hakkımdır, Kürd toplumunun bir üyesi olmaktan doğan bir hakkımdır. Doğal bir haktır…

Bu süreç sırasında, örneğin, savcılıkların, mahkemelerin önünde toplanan Kürdler de oturarak, yürüyerek, eşbaşkanların tutumun destekleyen, gösteriler yapar. Kürdçe’yi savunan pankartlar taşır.

Bu varsayımın bir boyutu da şudur. Kürd/Kürdistan sorunun uluslararası bir sorundur. Batı’nın demokratik kamuoyunun desteğini almak bu konuda önemlidir. Batı’nın, demokratik kamuoyu, anadil Kürdçenin konuşulmasından dolayı, devletle Kürdler arsında bir anlaşmazlık varsa, Kürdleri destekleyebilir. Bu destek önemlidir. Ama hendek türü mücadeleler sürecinde kimse Kürdlere destek vermez.

Bütün bu süreç boyunca, HDP’nin 80 milletvekiliyle, Parlamento’da, eşbaşkanların, Kürd halkının tutumun destekleyici bir politika yürüteceği, bu ilişkileri geliştirici olacağı açıktır…

Olayları, bu varsayımın yaşama geçme yönünde geliştiğini düşünelim. Bunu ne gibi sonuçları olurdu? Böyle bir ortamda süreç nasıl gelişirdi?

Bu aslında doğal bir durumdur. Olması gereken budur. Kişi olarak, bu varsayımda dile getirilmeye çalışılan düşüncelerin PKK/KCK düşüncesiyle ve eylemiyle uyuşmadığını ben de biliyorum. Ama şu açık. Böyle bir süreç halkta çok olumlu bir etki yaratırdı. Bu Kürdçeye dönüş için bir adım olabilirdi. Kürdçeden uzaklaşmanın, Kürdçeden kopmanın önü kesilebilirdi.

Seçimlik derslerde, 7 bin civarında öğrencinin Kürdçe dersi almayı tercih ettiği söylenmektedir. Böyle bir sürecin yaşanması durumunda bu sayının yüzbini aşacağı, 120-130 binlere ulaşabileceği söylenebilir. Bu da Kürtdçe öğrenim konusunda, Kürdçe öğretmenliği konusunda çok önemli bir sürecin başlamasını getirebilirdi. Küçük hakları bu şekilde geliştirmek, haksızlıkların önüne bu şekilde geçmeye çalışmak önemli bir gelişme yaratabilirdi. Yine de bu tür varsayımların üzerinde durmanın yararı vardır.

Na xebere 2052 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.