zazaki.net
07 Kanûne 2024 Şeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
21 Êlule 2011 Çarşeme 20:11

İslamiyet ve Anadil: Türkçe ve Kürtçe

Kutbeddin NURLUBAŞ

Kur’anı Hâkim Rum Suresi, 22. Ayette “Yerin ve göğün yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı O’nun (Allah’ın) ayetlerinden, delillerindendir. Şüphesiz ki bunda Âlimler, Bilginler için deliller vardır.” deniliyor. Osmanlı Meclisi Mebusu, Evkaf Vekili ve 1926’da Resmi Tefsir ile görevlendirilen Elmalılı Hamdi Yazır (Ö. 1942) da şöyle der: “Dillerin değişmesi deyimi, genellikle lügatlerin çokluğundan, lehçe ve şive gibi özel söyleyiş biçimlerinin farklılığına kadar hepsi için doğru olabilir… Böylece ilim ehli olan âlimler bilirler ki dillerin ve renklerin değişmesinde hikmet vardır. Ve bu hikmetlerden birisi de ‘Biz sizi birbirinizle tanışasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık’ (Hucurat, Ayet-13) buyrulduğu üzere gelişip yayılma içinde tanışmadır. Böyle çeşitli diller ve ırkları içine alan bir toplum meydana getirebilmek de ancak ilimle mümkün olabilir.” (Hak Dini Kur’an Dili C. 6,  S. 248)

Ayette geçen renklerin farklılığı kısmını almadık. Amerika’da olsaydık, Zenci, Siyahi insanların haklarının müdafaası için elbette ki bu bölümü alır ve değerlendirirdik. O halde Türkiye’deki farklı diller ve ırkların olması veya daha özel düşünürsek, Türkçe ve Kürtçenin olmasında doğru olan, bu farklı dilleri olduğu gibi kabul ederek, ilimle bilgi ile ve bilginler, âlimler vasıtasıyla bunların koordinasyonunu ve adaletini sağlayarak birlikte bir sosyal düzen sağlamaya çalışmaktır. Yoksa birinin zararına diğeri lehine uygulama yüz binlerce tefsire ve ontolojik yapıya ters olduğu gibi, kolaycılığa kaçıp, hükümetin anlamına da aykırıdır. Çünkü hükümet, hikmetli ve adaletli idare etme demektir. Kürtler ise, bu coğrafyanın yerli ve yerleşik halkıdır. Dilini de yüzyıllarca eğitim dili olarak medreselerinde yani okullarında kullanmışlardır. Bu halka toplu olarak ve güç kullanılarak suni ve haksız bir müdahale yapılmıştır. Ve bütün Cumhuriyet tarihi boyunca da buna direnmeye çalışmışlardır.

Ayrıca önemli bir temel prensip de anadilin, eğitim ve öğretimde yani bunun sonucu olarak hak ve hakikati bulmada ve anlatmada kullanılmasıdır. Çünkü İnsanlığın gerçek öğretmenleri ve insanın insanlığını koruyan ve onları gerçeğe ulaştıran Peygamberler, kavim ve milletlerin dilleriyle onlara hitap etmişler, ilahi mesajı ulaştırmışlar ve gerçeği anlatmışlardır:

İşte,  İbrahim Suresi 4. Ayet: “Biz, her peygamberi, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Bu itibarla Allah dilediğini dalalette sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola hidayete erdirir. O her şeye galip Aziz, hükmünde hikmet sahibi Hâkimdir.

İnsanlık tarihi boyunca ister özel, ister genel bir kitap sahibi olsun muhakkak her peygamber, Allahın âdeti gereği gönderildiği ümmetin, yani millet ve içlerinde yaşadığı topluluğun dili ile gönderilmiştir (Li yubeyyine lehum) ki onlara apaçık anlatsın. Mazeretleri kalmasın. Anlayamadık demesinler diye, onların alışık olduğu kavramlarla yani ana dilleriyle anlatsın. Hatta peygamberimiz bütün insanlığa gönderildiği halde, ilk muhatap olduğu Arap kavmine, Arapça Kur’an ile hitap ettiği gibi, âlimlerimiz  müfessirlerimiz,  başta kendisinden sonra gelenlerin hepsinin referans aldığı Fahreddin Razi (Ö. 1210), Arapların haricindeki farklı dillere sahip milletlere Hz. Peygamber’in mesajı, tercümanlar vasıtasıyla o kavimlerin diliyle anlatılmalı diye ifade etmektedir. Bunlar da Allah elçisinin elçileri olurlar. Onlara, onların dillerine tercüme edilip öğretilecek denmektedir. (M. Vehbi Efendi (Ö. 1949) Hülasatül Beyan C. 7, S. 2668)

İlk etapta Hz. Peygamberin bulunduğu toplumda Kur’anın Arapça inmesinin hikmetini, İbadet, dini sembol ve işaretlerde, diğer milletlerle birliktelik sağlansın diye izah ederler. Yani mesajı aktarma, anlatma ve açıklamada milletlerin kendi dilleriyle, fakat bu mesajın namaz, ezan vs. dini semboller (Şeairî İslamiye) diyebileceğimiz yerlerde ise manası öğretilip, aslı kullanılacaktır. Anlatılanlar Kur’andan olacaktır, ama hiçbir zaman Kur’anın yerine geçmeyecektir. Onun aslı korunduğu için, her zaman ve her dönem hazinesinden yaralanmaya devam edilecektir. Eğer tercümeler onun yerine geçirilseydi, dalından koparılan meyvenin, soyulduğunda ilk etapta parlaklık verip, bir müddet sonra kararıp çürümeye başlaması gibi, devamlı, canlı ve korunaklı olan bu kaynak kuruyup sönecekti.

Bu ayette her peygamberin içinde bulunduğu toplumun diliyle hakikati apaçık anlatması gerçeği, bizim için ana dilde eğitim yoluyla bilimin, dinin, yani hakikatin anlatılması için bir ölçü olmasıdır. Çünkü okul, mektep veya medrese, yani eğittim-öğretim kurumuna getirilen tarifin birincisi; Mutlak hakikate ulaştırmaya vasıta olmasıdır. Meslek dalları da hakikatten birer bölümdürler. Her şeye rağmen, bundan sonra insanlar, ister sapıklığa, yanlışa ve dalalete veya ister doğru yola, hakka ve hidayete girerler bu durum, bu tarz bildirimden sonra ortaya çıkan netice olacaktır.

Özelde Kürtçe için konuşursak, bu dille, en azında Kürtlere kendi coğrafyalarında eğitim-öğretim yapılır. Hakikate erişme imkânına kendi dilleriyle kavuşturulur. Ondan sonra insanlar yanlış yapar veya doğru şekilde hareket eder o zaman değerlendirilir. Yani Kürtçe eğitim-öğretim yapma hakkı kullanıldıktan sonra sistem, tedirgin olduğu bölünme düşüncesine karşı, bilgi ve danışma ile gelişen şartlara göre bir yapılanmaya giderek aynı çatı altında kalma tedbirleri alır. Bu arada Türkçe resmi dil oluşuna devam eder. İlk etapta Kürtçe ile eğitim-öğretim, derslerin üçte biri bile olması yeterlidir. Geri kalan oran ile Türkçe, Arapça ve Osmanlıca en güzel şekilde öğretilir. Ta ki tarihimizi, medeniyetimizi ve dinimizi okuyup anlama imkânına sahip olunur. Bunun yanında İngilizce, Almanca, Çince ve Japonca gibi dillerin öğrenimi okullara bölüştürülür. Eğer, Kürtçenin eğitim dili olması gibi yaradılıştan olan hakkı, Kürtlerin talebine, gayretine ve mücadelesine gerek kalmadan verilmesi, dini, insani ve vicdani bir gereklilik olduğu halde, Kürt milliyetçiliği suçlaması ile değerlendirilse, o zaman şunu deriz: Dünyadaki bütün dillerle yapılan eğitim-öğretim, o milletler için bir milliyetçilik olduğu gibi, ülkemizde 7 yaşından itibaren, İlkokul birinci sınıftan Üniversite son sınıfa kadar, Türkçe ile yapılan bütün eğitim-öğretim, bir Türk milliyetçiliği faaliyeti olarak kabul edilmesi lazım. Hatta 20 milyon civarındaki Kürdü iradeleri haricinde bu dille eğitim-öğretim yaptırmak, gerçekten bir Türk milliyetçiliği faaliyeti olarak karşımıza çıkar. Hem sahi rejimin ismi Cumhuriyet, cumhurun yani halkın önemli kısmının hukuku,  göz ardı edilebilir mi? 1910’da yazılan Münazarat’ta Said Nursi, kuvvete dayanan ortaçağ hükümetleri yıkılmaya mahkûm olup, şu asırda hükümetler bilgiye dayandıklarından, Hızır gibi bir ömre sahip olacaklar, demektedir. İnşallah bizim ki de kuvvet yerine bilgiye dayanan yapıya kavuşur da, bu sorunlar bilginlere havale edilerek çözülmesi sağlanır.

Söz konusu ettiğimiz bu ayeti, Risale-i Nuru’n Müellifi Said Nursi (Ö. 1960) de Birinci Şua’da işaret manasıyla tefsirini özetle şöyle yapar: “…Hatta dördüncü ayette, (Yazımızda konu ettiğimiz İbrahim Suresi, 4. ayetti) Risale-i Nur’un Türkçe olmasını tahsin eder (uygun görür) ve beşincide (İbrahim, 5. Ayeti) Arabî ve Türkçeyi tam bilmeyen ve mürşitleri ve alimleri perişan olan Vilayat-ı Şarkiyede (Doğu İllerinde) Risale-i Nur imdatlarına ve her taifeden (milletten) ziyade başlarına gelen hâdiseler (olaylar) ve âyette  ‘Allah’ın azap günleri’ (İbrahim, Ayet-5) tâbir edilen elîm vakıaları (üzüntülü olayları) hatırlarına getirmekle ikaz ve irşad etmelerine (doğru yolu göstermeye) bir mânâ-yı işârî ve remzî (işaret ve ima manası) ile emrediyor. Bu âhir ki ehemmiyetli işareti beyan etmeme şimdilik izin olmadığından… 

DÖRDÜNCÜ ÂYETTE: Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz ancak kendi kavminin lisanıyla (diliyle) gönderdik.” (İbrahim suresi, Ayet-4) vazife-i ırsiyeti (varislik vazifesini) yapan Risale-i Nur’u efradı (fertleri) içine hususî bir iltifatla dahil edip lisan-ı Kur’ân (Kur’an Dili) olan Arabî (Arapça) olmayarak Türkçe olmasını takdir ediyor…

BEŞİNCİ ÂYETTE: Kavmini karanlıklardan nûra çıkar ve Allah’ın geçmişteki azap günlerini onlara hatırlat.” (İbrahim, Ayet-5)… Risale-i Nur’un şimdilik beyanına iznim olmayan ehemmiyetli vazifesinin… Daha yazılacak çok gaybî (geleceğe ait) işaretler var… (www.erisale.com, Sikke-i Tasdik-i Gaybi,  Birinci Şua, s. 138)

Bu ayetin işaret manasının, Allahın Kur’ana yerleştirdiği derya dolu sırlarıyla,  “Peygamberlerin varisi olan âlimlerden” biri olan Risale-i Nurun, Batı Anadolu’da Türklerin içinde Kur’anın mesajını aktardığından, Türkçe olmasının uygun görüldüğünü söyler. Çünkü Kur’anın mesajı, Kur’anın varislerince içinde bulundukları milletin diliyle aktarılması uygundur. İşte bu vazifede Kürtlere yönelik olarak, Kürtçe yoluyla hizmeti için de ima ve işaretler verilmektedir. Arapça ve Türkçeyi tam bilmeyen ve âlimleri ve mürşitleri perişan olan Doğu illerinde bulunan Kürtlere, elemli dönemlerden sonra Risale-i Nur’un imdatlarına yetişeceğini ve kendi dilleri olan Kürtçe ile önemli görevler üsleneceği işaretlerini verir.

Çünkü 1)Doğu illerinde Arapça ve Türkçe tam bilmeyen halkın, Kürtler olduğu ortadadır. 2)Âlim ve mürşitlerinin perişanlıktan kurtulmaları, birikimlerinin Kürtçe vasıtasıyla önemli bir fonksiyona ve göreve dönüşmesi ile gerçekleşir. 3)Onların imdadına gelmesi, her halde iyi anlamadıkları Türkçe ve Arapça ile değil, kendi dilleri olan Kürtçe ile olacağını ima ediyor. 4)Her milletten fazla başlarına gelen olaylar sebebiyle, Kürt kavminin çektiği acı ve sıkıntılardan sonra karanlıktan nura, huzura çıkartılmasında, Risale-i Nuru’n önemli bir görev üstleneceği vurgulanmaktadır. 5) Daha çok sırlar olduğu, fakat açıklamak için zamanı olmadığı ve buna bağlı olarak izni de olmadığını ifade etmekle daha da dikkatimizi bu gizeme çekmektedir.

Peki, bu iyi niyetle ve adaletle yapılmazsa ne olur. Yukarıdaki ayetin sonunda geçtiği gibi Allah Azizdir. Yani her şeye galiptir. Allah toplumu değiştirir dönüştürür, sizin rağmınıza olarak dilediğini gerçekleştirmeye kadirdir. Allahın Hâkim oluşu ise, doğru yola hikmetle çağrılır. Ben yaptım oldu bitti ile değil. Sizi sınayarak, karşı tarafla imtihan ettirerek hâkimiyetini, hikmet dairesinde gerçekleştirir.

Evet, Kürtçenin eğitim dili oluşu ve hukukî temele oturtulması, en başta Allahın indinde, adalet ve tarih nazarında, Türkiye devleti yöneticilerinin imtihanıdır. Yakın zamana kadar da bu imtihan, başarıyla verilmedi. İnşallah bundan sonra bu dil yakıcı imtihan kolay ve rahat bir şekilde verilir. Her iki taraftan imtihanı kazananlar veya kaybedenler bulunabilir. Bir taraf hak dava ederken yanlış yöntemlerle haksızlıklara sebep olabilir. Diğer tarafta, bu yaradılıştan hakkı, kendi milletinin geçici, kuru gururu için engellemekle veya geçmişte olduğu gibi, baskı kurup zulüm yapmakla imtihanı kaybedebilir. Veya her iki taraftan da hakperestçe düşünenler, didinenler ve çırpınanlar bu imtihanı kazanabilir. “O Hanginizin daha iyi amel (uygulama, pratik) işleyeceğini imtihan etmek için hayatı ve ölümü yarattı. O her şeye galip Aziz, çok bağışlayıcı Ğafur’dur. (Mülk, Ayet-2)

Na xebere 9571 rey wanîyaya
ŞÎROVEYÎ
Doğru Anlamak
Mehemed
1-Bin yıllık süreden değil bugünden bahsediyorum. Bugün de Kürdistan’dır. O nedenle ülkemizin adını bugün de kulllanmalıyız.
Dinaveri’den bahsediyorsun. Benim bildiğim kadarıyla adı Dinaveri değil, Dineweri’dir. Bahsettiğin harita acaba bir yerde yayımlandı mı? Benim şimdiye kadar bildiğim kadarıyla, 896’dan önce (yani Dineweri’nin yaşadığı yıllarda) Kürdistan adı henüz kullanılmıyordu. Sözünü ettiğin haritayı görürsem elbette bu düşüncem değişir. Haritayı Zazaki.Net’de yayınlatamaz mısın?

2-Ben bütün bütün terketmekten ya da mükemmelden söz etmedim. Hakkımız olandan söz ettim. Gücümüz olmazsa elde edemeyiz, bu ayrı. Ama önemli olan önce beynimiz özgür olmalı, sömürgecilerin çizdiği çerçeve içinde düşünmek zorunda olmamalıyız. Doğru düşünmezsek doğru yapmayı beceremeyiz. Önce doğru düşünmek, haklarımızı bilmek ve bunu dile getirmek gerekir. Bunu hayata geçirmek ise güç meselesidir. Sömürgecilerin sunduğu çerçevede düşünmeyi aşmadan mevcut duruma bile gelinemezdi. Otuz yıl önceki “mevcut durum” farklıydı. Onunla yetinseydik “bugünkü mevcut”a ulaşılamazdı. Sihirli değneğimiz haklılığımızdır. Haklıyız ama haklıya sahip çıkmazsak hakkımızı elde edemeyiz. Haklı olduğumuz konularda ısrarcı olmalıyız. Bu sihirli değnek sayesinde birçok ulus bağımsız ve özgür oldu. Denklemleri elbette düşünmeliyiz ama teslim olarak değil. Ben böyle düşünüyorum, senin yazdıklarını doğru bulmuyorum demenin oldu bittiye getirmekle ilgisi yok. Yani düşünmiyelim de başkaları mi bizim yerimize düşünsün? Realiteyi çok iyi görüyoruz. Realitenin her gün değiştiğini de çok iyi görüyoruz. Kendi kafamızla düşünmez ve istemezsek, realite diye sunulan şey teslimiyet olur.

2-Çatının geniş kavram olduğunu biliyorum. Onun için karşı çıkıyorum. Evirmeye çevirmeye gerek yok. Somut konuşmalıyız. Biz başkasının esiri olarak yaşamak zorunda değiliz. Kaldı ki esirlerin bile dili yasak değildi. Biz böyle bir çatı istememeliyiz.

3-“Niye türkçe öğreneceğiz denilmektedir” diyorsun. Ben öyle bir şey yazmadım. Yazdığım şurda duruyor, bakılabilir. Sen şöyle yazmıştın:
“Bu arada Türkçe resmi dil oluşuna devam eder. İlk etapta Kürtçe ile eğitim-öğretim, derslerin üçte biri bile olması yeterlidir. Geri kalan oran ile Türkçe, Arapça ve Osmanlıca en güzel şekilde öğretilir.”
Bunun için ben, “Bir Kürt neden Türkçe ve Osmanlıca öğrenmek zorunda olsun?” diye sordum. Bunu sorarken ben dil öğrenmeye mi karşı çıktım? Dil öğrenmeye karşı çıktıysam neden “İhtiyaç duyuyorsa Çinceyi de öğrensin” dedim? Kastetmediğimi kastetmişim gibi sunmak doğru mudur? Oryantalistlerin Arapça öğrenmesi ve Türklerin İngilizce öğrenmesini örnek veriyorsun. Verdiğin örnekler yazdığımı ya anlamadığını ya da kasıtlı olarak çarpıttığını gösteriyor. Bir dili öğrenmek başka, onu öğrenmek ZORUNDA OLMAK başka şeydir. Kürt çocukları ticari ve sosyal bağlantıları var diye mi Kürtçe öğreniyorlar? Benim köyüm ve ilçemde bir Türk dahi yokken, yani “ticari ve sosyal bağlantılar” asla yokken de bize zorla Türkçe öğretilmedi mi? Sömürgeci devlet sözünü ettiğin “ticari ve sosyal bağlantıları” sağlamak için çok uzun bir süre uğraştı. Ben, Kürtlerin Türkçe öğrenmek zorunda olması, ama Türklerin Kürtçe öğrenmek zorunda olmaması hususuna değindim. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse ülkemiz sömürge olduğundan sömürgeciler bizim dilimizi öğrenmez ama bize kendi dillerini zorla öğretirler. Buna karşı çıkmalıyız. Söylemek istediğim buydu. Çünkü sen “Bu arada Türkçe resmi dil oluşuna devam eder...... Geri kalan oran ile Türkçe, Arapça ve Osmanlıca en güzel şekilde öğretilir” diye yazmıştın.

4-Ben sömürgecilerin dillerini bize dayatmalarının haksızlığını ve senin “Geri kalan oran ile Türkçe, Arapça ve Osmanlıca en güzel şekilde öğretilir” demeni yanlış bulduğumu yazdım. Sen ise Osmanlıca ile kastım alfabedir, diyorsun. Osmanlıca neden alfabe olsun anlayamadım. Peki, öyle kabul edelim. Kürtlerin alfabeyi öğrenmesi için başımızda sömürgeci bir efendinin olması mı gerekir? Yani illa onlar vasıtasıyla mı -senin deyişinle- “güzel bir şekilde öğretilmesi” gerekir? Onları başımızdan defettiğimiz taktirde, kendi çatımız altında alfabeyi öğrenemez miyiz?

5-Bir kişinin “İslamcı ve Nurcu olduğunu anlamak” neden beraber yaşama ve birlikte sorunları çözme düşüncesine uygun olmasın? Tersine, insanları tanımak birlikte sorunları çözme düşüncesine daha uygun olur. Fikir ve vicdan hürriyetini elbette kabul etmek durumundayız. Bunun tersini söyleyen mi oldu? Ötekileştirmeyle ilgili söyledikleriniz de öyle. Bir kimsenin ne olduğunu tahmin etmek, söylemek, ötekileştirme değildir. Yine tersine, birisinin ne olduğunu inkar etmek, onu kabul etmemek ötekileştirmedir. Şu cümleleri niye yazdığını da anlayamadım:
“Kürtlerin ekserisi müslümandır ve diğer müslüman milletlere elbette ki diyalogları olacaktır. Ayrıca insanlık ailesine mensubiyeti cihetiyle bütün dünya insanları ile medeni bir şekilde münasebetlerini kuracaklardır.”
Kürtlerin ekserisi Müslüman değildir diyen olmadı. Dünya insanları ile medeni olmayan bir şekilde münasebet kursunlar ya da hiç münasebet kurmasınlar diyen de yok. O halde?
27 Êlule 2011 Sêşeme 13:30
Mehemed kardeşime
Yazardan
1-Bu Sitede aynı listede bu yazımızdan beş yazı once yayınlanan “Kürtlere Yönelik Söylemler Üzerine” yazımızdan bir cümle: “…bin yıllık tarih sürecinde Kürdistan olarak anılan yöreye, hukukun ve adaletin tatbikini ve dahi zalimleşebilen insan şeklindeki kurtlara karşı tedbirli olmasını isteriz.” Bu nedenle kardeşimiz aceleyle bir yazıya bakarak genelleme yapmıştır. Kürdistan kavramı şimdiye kadar yazılı kayıtlarda, en eski olarak Dinaverinin (ö: 896) haritasında gözükmektedir. Ensabül Ekrad (Kürtlerin Nesebleri-Ataları) diye bir eseri de vardır.
2-Diyelim “aynı çatıyı” kabul etmediniz, ufukta başka çözüm var mı? Biz en mükemmeli isterken mevcut durum da elimizden kaçmaktadır. Bir şey bütün bütün elde edilmesse bütün bütün terk edilmez. Bu şartlarda acaba hangi sihirli değnekle sorunu çözebiliriz. Bir çok denklemin olduğu bir meselede ben böyle düşünüyorum ve istiyorum diye oldu bitti getirmek gerçekçi olabilir mi? İdeali istemek ayrı, realite ise gözümüzün önündedir. “Aynı çatı” geniş bir kavramdır. Eşit şartlarda bütün yaratılıştan (doğal) hakların iadesi ve kullanımından tut, özerklik, eyalet vs. ta Avrupa Birliği gibi yapılara da “aynı çatı” denebilir.
3-Niye türkçe öğreneceğiz denilmektedir. Oryantalistler Arapçayı öğreniyorlarda, Türkler İngilizce ile bir kısım okullarında eğitim veriyorlar da, Kürtlerin %99 ticari ve sosyal bağlantıları olduğu dili niye öğrenmesinler. Türkler, kendi vatandaşları ve komşuları olan Kürtlerin (zaza, kurmanc) dilini (zazaki, kurmanci) öğrenmeyip sıcak diyaloglar geliştirmemesi onların hatalarıdır. Sistem sorumlularının hatalarına Türkçe dilini öğrenmemekle karşılanmaz. Nitekim Küzey Irak Kürdistanındaki Kürtler olması gerektiği gibi çok güzel Arapça ve ingilizce öğrenmektedirler. Bu faydalarınadır. Zararlarına değil. Yoksa Kürtleri çevresinden tecrit eder.
4- Osmanlıca ile kastım alfabedir. Hepimiz, Türkler de Kürtler de tarihe yabancıdır. Bu gün Türkler bile Osamanlıcayı bilseydi bir şekilde Kürtlerin binlerce yıl tarihleri va milliyetleri olduğunu bilirlerdi. Ve bu kadar bağnaz davranmazlardı.Tarihten koparılmakla kendilerine zarar olduğu gibi, Kürtlerin tarihine de habersiz yetiştirilmişlerdir. Bu alfabeyi bilmekle en az Diyarbakır surlarında bir türlü okuyamadığımız Eyyubilerin kitabelerini okurduk. Memu Zini, Meleyi cezeriyi, Feqiyi Teyranı ve Aburrahmanı Aktepi gibi ve daha nice büyüklerin metinlerini ve kütüphaneleri dolduran kitapları ilk elden okurduk.
5-“İslamcı ve Nurcu olduğunu anladığım” ifadesi ise hakikate ve bu duyarlılığa bakmayıp, geldiği camia üzerinde değerlendirmek ise büsbütün beraber yaşama ve birlikte sorunları çözme düşüncesine uygun değildir. Fikir ve vicdan hürriyetini Kabul etmek durumundayız. Müslümanlar, bunlar Komünist dese ve asıl propleme eğilmese, Sosyalistler bunlar İslamcıdır deyip ötekileştirse meselelerimizi nasıl çözeceğiz. Kürtlerin ekserisi müslümandır ve diğer müslüman milletlere elbette ki diyalogları olacaktır. Ayrıca insanlık ailesine mensubiyeti cihetiyle bütün dünya insanları ile medeni bir şekilde münasebetlerini kuracaklardır.
26 Êlule 2011 Dişeme 11:03
Coğrafya, Kürtçe vd.
Mehemed
Bu yazıdaki düşüncelerin çoğuna katılmıyorum. Örneğin:
1)Yazar Kürt coğrafyası diyor, oysa ki Kürtlerin ülkesinin adı Kürdistan'dır. Türk sömürgecileri, Kürdistan demememiz için çeşitli yollara başvuruyor.
Coğrafya da böyle bir manipülasyon için uydurulmuş ve bazı Kürtler tarafından da yanlış kullanılan bir sözcüktür.
Coğrafya, bir bilimin adıdır. Ülkemizin adı Kürdistan'dır.
Kürtler de kendi ülkesinin adını kullanmazsa kim kullanacak?
Ülkesinin adını bile kullanamayan bir anlayış Kürdistan sorununa çözüm bulabilir mi?

2)Yazar şöyle diyor:
"Yani Kürtçe eğitim-öğretim yapma hakkı kullanıldıktan sonra sistem, tedirgin olduğu bölünme düşüncesine karşı, bilgi ve danışma ile gelişen şartlara göre bir yapılanmaya giderek aynı çatı altında kalma tedbirleri alır. Bu arada Türkçe resmi dil oluşuna devam eder. İlk etapta Kürtçe ile eğitim-öğretim, derslerin üçte biri bile olması yeterlidir.”
Bunlarin hiçbirine katılmıyorum. Sistem, yani gerçek adıyla sömürgeci sistem tedirgin olabilir. Çünkü adı üstünde, sömürgecidir, üstelik ırkçıdır. Kemalist yönetim de, AKP yönetimi de, MHP yönetimi de olsa ırkçıdır. Tabii ki aralarında nüans farkları olduğunu biliyorum. Biri Kıbrıs’ta, biri Azerbaycan’da, diğeri Somali’de veya Kahire’de özgürlük nutukları atar ama bizim kendi dilimizde dilimizde okumasına imkan vermiyorlar.
Bunların yönetimi tedirgin olur da bölünme düşüncesine karşı aynı çatı altında kalma tedbirleri alırsa haklı olmaz.
Kürt ulusunun da dünyanın bütün ulusları gibi bağımsız yaşamaya, kendini yönetmeye, kendini devletini kurmaya hakkı var. Kürtlerin kendini yönetme hakları, devletlerini kurma istemleri bölücülük değildir.
Türkler, devletini kurarken bana sana mı sordu?
Dünyada devlet sahibi olan onca millet var, bölücü olmuyor da Kürtler mi oluyor?
Bölünme düşüncesine karşı aynı çatı latında kalma tedbirleri almaya hakkı yok (gücü olabilir, o ayrı).
Kafasındaki karakolları yıkmış Kürtlerin aynı çatı altında kalmak istedikleri kanısında değilim.
Kürtler Türk sömürgecilerinin çatısı olmadan da yaşamak istiyor diye Türk sömürgecilerinin tedbir alma hakkı olamaz.
Araplar, Türkler, Farslar, Ermeniler, Arnavutlar, Ruslar Türk yönetimiyla aynı çatı altında yaşamak zorunda olmadığı gibi Kürtler de değildir.
Türkçe kadar Kürtçenin resmi dil olma hakkı vardır. Benim dilim onunkinden daha değerli olmadığı gibi onunki de benimkinden daha değerli değildir.
Yazar “Kürtçe ile eğitim-öğretim, derslerin üçte biri bile olması yeterlidir” diyor. Bu, çok yanlış bulduğum bir düşüncedir.
Eğitim-öğretimin bütün derslerde Kürtçe olarak yapılması bile azdır. Çünkü Türkçede milyonlarca kitap, dergi, gazete, radyo, tv, kütüphane, müze vb. varken bütün derslerde Kürtçe eğitim hakkı olsa da Kürtçe Türkçeyle rekabet edemez.
Yazar şöyle diyor: “Geri kalan oran ile Türkçe, Arapça ve Osmanlıca en güzel şekilde öğretilir. Ta ki tarihimizi, medeniyetimizi ve dinimizi okuyup anlama imkânına sahip olunur.”
Bir Kürt neden Türkçe ve Osmanlıca öğrenmek zorunda olsun?
Bir Türk Kürtçe öğreniyor mu?
Örneğin, bir Türk neden Goran lehçesiyle filan okumuyor?
Çünkü ona öyle bir şeyi dayatan ırkçı bir yönetim yok.
Kürtler de kendisine dayatılan dilleri öğrenmek zorunda değil.
İhtiyaç duyuyorsa Çinceyi de öğrensin, o ayrı bir konu. Benim söylemek istediğim, Kürtler sömürgecilerin dayatmalarının gayri meşru olduğunu anlamalıdır. (Bunun zulümden başka bir gerekçesi olabilir mi?)
Bir Arap, Fars, Ermeni, Arnavut, Rus Türkçe öğrenmek zorunda mı?
Hayır. Çünkü Türk sömürgecilerinin gücü onlara yetmiyor!
Yazısından İslamcı ve Nurcu olduğunu anladığım -tabii yanlış anlamış olabilirim- yazarın katılmadığım düşüncelerini karşılaştırmak için bir de Zazaki.Net’deki İsmail Beşikçi’nin “Düşünce Özgürlüğü, Sansür, Otosansür” yazılarına bakılmalıdır.
Kafasındaki karakolları yıkmış bir Türk aydını olan Beşikçi’nin düşünceleri bana daha doğru geliyor.
Alıntı Beşikçi’den:
“Kürdlerin önemli bir kısmı, “biz bölücülüğe, ayrılıkçılığa karşıyız, biz devrimciyiz, enternasyonalistiz…” diyorlar. Benzer bir ifadeyi, “biz ümmetçiyiz” diyerek İslamcılar da kullanıyor. Bu sözde, tarih bilinci yoktur, toplum bilinci yoktur. Çünkü bölünen, parçalanan, paylaşılan sensin. “Biz bölücülüğe karşıyız” demek, 1920’lerde, Kürdlerin başına geçirilen bu lanetli çorabın, bilincine varmamak demektir. Halbuki, Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması, Kürdlerde, bir insanın iskeletinin parçalanması gibi, beyninin dağılması gibi bir etki yaratmıştır.”
24 Êlule 2011 Şeme 14:36